Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Takıyyüddîn Sübkî
  30 Mart 2018 Cuma , 23:39
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Mısır evliyaları, Kâhire evliyaları, Takıyyüddîn Sübkî

meşhûr Velîlerden. Fıkıh, Tefsîr, Hadîs, Kırâat, Lügat Ve Nahiv Âlimi. İsmi Ali Bin Abdülkâfî, Künyesi Ebü'l-hasan, Lakabı Takıyyüddîn'dir. 1284 (h.683) Senesinde, Mısır'ın Sübk Köyünde Doğdu. Takıyyüddîn Sübkî Daha Küçük Yaşta, Babasının Yanından Ayrılmadan Âlim Oldu. İlim İle Çok Meşgûl Olurdu. Bütün Gün Ve Gecelerinin Çoğunu İlim Öğrenmekle Geçirirdi. Evden Sabah Namazı İçin Çıkar, Öğle Namazı Vaktine Kadar Çeşitli Âlimlerin Derslerini Dinlerdi. Öğle Namazından Sonra Eve Gelir, Yemeğini Yer, Akşama Kadar İlmî Çalışmalarına Devâm Ederdi. Akşam Olunca, Tatlı Ve Hafif Bir Şeyler Yer, Tekrar Çalışmalarına Başlardı.

babası Onu, On Beş Yaşında İken Evlendirdi. Başta Babası Olmak Üzere, Hanımı Ve Kayınpederi, İlimle Uğraşması İçin Elinden Gelen Her Şeyi Harcadılar. Babası İle Berâber Bir Ara, Kâhire'ye Gitti. Ezberlediği tenbîh ile Diğer Kitapları, Oradaki Meşhûr Âlim İbn-i Bint-il-eaz'a Ve Diğer Âlimlere Okudu. Zamanın Meşhur Âlimlerinden Fıkıh, Hadîs, Usûl, Mantık, Tefsîr, Ferâiz, Nahiv İlimlerini Ve Tasavvuf Yolunu Öğrendi.

takıyyüddîn Sübkî, Dînin Emir Ve Yasaklarına Uyan, Tevâzu Sâhibi, Seçkin Bir Zât İdi. İlim Ve Vekâr Sâhibiydi. Fıkıh Ve Hadîs İlimlerini Çok İyi Bilir Ve Ders Olarak Okuturdu. Usûl Ve Arabî İlimlerde Derin Âlimdi. Şam’da Kâdılık Yaptı. Verdiği Hükümlerden Herkes Memnun Olurdu. Dört Mezhep İçinde Huccet, Hepsinin Müftîsi, Hadîs Âlimlerinin Rehberi, Kıymetli Eserler Sâhibi Bir Âlim İdi.

takıyyüddîn Sübkî, Kıyısı Olmayan Bir Deniz, Kibir Bulunmayan Gönül Sâhibi, Ölçüye Sığmayan Geniş Bir Ufuktu. Bozuk Îtikâd Sâhiblerine Karşı, Resûl-i Ekremin Ve Eshâb-ı Kirâmın Mübârek Yolunu Müdâfaa Etti. Tevessül, İstigâse Ve Resûlullah Efendimizin Kabr-i Şerîflerinin Ziyâretini Kabûl Etmeyen İbn-i Teymiyye’nin Karşısına Çıkarak, Ona Delîl Ve Vesîkalarla Cevap Verdi Ve; “heyhât! Mescid-i Nebî Ziyâret Edilir De, O Mescidin Sâhibi Nasıl Ziyâret Edilmez? Zâten Resûlullah Efendimiz Olmasaydı, Bu Mescidin Fazîleti Bilinmezdi. Eğer Resûlullah Efendimiz Olmasaydı, O Yer Mukaddes Olmazdı. Orada Takvâ Üzere Yapılmış Bir Mescid Bulunmazdı.” Buyurdu.

takıyyüddîn Sübkî, Çok Cömertti. Eğer Hâtem-i Tâî Onunla Aynı Asırda Yaşasaydı, Takıyyüddîn Sübkî’nin Cömertliği Yanında, Onun Cömertliği Anılmazdı. O Vekar Sâhibi Ve Heybetli İdi. Her Şeyi İle Kendisinden Önce Gelmiş Olan Büyük Âlimlerin Yolunda Gitti. Dımeşk Onun İlim Ve İrfânıyla Mâmûr Hâle Geldi. Takıyyüddîn Sübkî’nin Verâı Çok İdi. Az Yer, Az İçerdi. Çok Namaz Kılar, Belâ Ve Musîbetlere Karşı Sabrı Hiç Elden Bırakmazdı. Allahü Teâlâyı Çok Anardı. Sabah Akşam Zikirle Meşgûl Olurdu. Dâimâ Murâkabe Üzere İdi. Doğru Yolda Bulunup, Bu Yola Yardımcı Olmakta Ecdâdı Olan Ensârın İzinde Bulunuyordu. Gece-gündüz Kur’ân-ı Kerîm Okurdu. Âlimlerden, Haberleri Doğru Olarak Naklederdi. Seher Vaktinde Çok İstigfârda Bulunur, Allahü Teâlâdan Af Ve Magfiret Dilerdi. Allah Korkusundan Çok Göz Yaşı Dökerdi. Dünyânın Parlaklığına Ve Malına Îtibâr Etmezdi. Elde Ettiği Makam Ve Mevkilerden Ve Herkesin Kendisine Gösterdiği Teveccüh Ve İltifattan Dolayı, Kibir, Gurûr Ve Ucba Kapılmazdı. Her Taraftan Âlimler, Halledemedikleri Meseleleri Arz Etmek İçin Ona Mürâcaat Ederlerdi. Sâlih Ameller Ve Müstecâb Duâlar Sâhibiydi. O, Çok Kere Mütevâzî Ve Gösterişsiz Bir Elbise İle Dışarı Çıkardı. Fakat Sultânın Merâsim Günlerinde Dâimâ Cübbe Giyerdi. Oğlu, Onun Böyle Cübbe Giymesine Çok Hayret Ederdi. Zîrâ, Onun Tabiatı Böyle Şeylere Pek Önem Vermezdi. Bu Yüzden Oğlu Tâcüddîn Sübkî, Babasına; “ey Babacığım, Kâdılık Makâmında Otururken, Yirmi Dirhem Etmeyen Elbiselerle Oturuyorsun. Fakat Sultânın Merâsimlerinde Cübbe Giyiyorsun. Niçin Böyle Davranıyorsun.” Diye Sordu. Takıyyüddîn Sübkî, “evlâdım! Bu, Şafiî Mezhebi Ulemâsının Şiârıdır. Bu Âdetin Unutulmasını İstemem. Ben Devamlı Kalacak Değilim. Benden Sonra Gelip Bunu Giyecekler. Yeni Bir Şey Ortaya Çıkarmıyorum." Buyururdu.

takıyyüddîn Sübkî, Tasavvuf Yolunda Bulunanlara Çok Hürmet Eder Ve Onları Severdi. “tasavvuf Yoluna Giren Kimse, Selef-i Sâlihînin İzinden Gider, Onlara Tâbi Olursa İşte Tasavvufta Doğru Yol Budur.” Derdi. Takıyyüddîn Sübkî, Kimde Olursa Olsun, Faydalı Bir Şeyi Görünce Onu Beğenirdi. Faydalı Ve Güzel Birşeyi, Kendisinden Küçük Birisinden Bile Duysa, Onu Dinlemekten Uzak Durmaz, Yüz Çevirmezdi. O Çok Hayâ Sâhibiydi. Kimseyi Utandırmak İstemezdi. Talebeleri Bâzan Kendisine, Bilinmeyen Ve Duyulmamış Bir Şey Gibi Herhangi Bir Konuyu Anlattıkları Zaman, Onlara Bir Şey Demez, Onları Hoş Karşılardı. Hattâ Onlara Garip Bir Şey İmiş Gibi Anlattıkları O Konuyu, Çeşitli Kitaplardan Naklederdi. Bu Sebeple Talebeler, Ona Hayret Ederdi. Zîrâ Onlar, İlk Önce Onun Bu Meseleden Haberi Yok Sanırlardı. Fakat Takıyyüddîn Sübkî, Yine De Onların Heveslerini Kırmazdı. O, Âlimlere Karşı Çok Edebliydi. Onun Peygamber Efendimize Olan Muhabbeti, Sevgisi Ve Hürmeti, Anlatılamıyacak Derecedeydi.

takıyyüddîn Sübkî, Her İlimde Mütehassıs İdi. Selef-i Sâlihînin Yolunda, Sünnet-i Seniyye Üzere Bulunuyordu. Hakkı Söylemekten Çekinmezdi. Ayakta, Otururken, Binekte Ve Yürürken Bile Kur’ân-ı Kerîm Okurdu. Hocaları Ona Çok Kıymet Verirdi. Mütehassıs Olduğu Bütün İlim Dallarında, Zamânında Onun Gibisi Görülmedi. Bütün Âlimler, Onun Bütün Zamânını İlme Adadığına İnanırlardı.

takıyyüddîn Sübkî’nin Çok Kerâmetleri Görüldü. Ona Karşı Çıkanın Başına Mutlak Bir Şey Gelirdi. Kendisinden Kerâmet Hâsıl Olunca Veya Birisi Kerâmetinden Bahsedince Çok Sıkılırdı.

kadı’l-kudât Cemâlüddîn Züreî, Mensûriyye Medresesindeki Müderrislik Vazifesinden, Şam Kâdılığına Tâyin Edilince, Takıyyüddîn Sübkî Onun Yerine Müderrislik Vazîfesine Tâyin Edildi. Bir Müddet Sonra, Cemâlüddîn Züreî, Şam Kâdılığından Azledildi. Bu Sırada Şam Nâibi Argûn, Hicaz’da Bulunuyordu. Bu Nâibin, Cemâlüddîn Züreî İle Arasında Çok İyi Bir Dostluk Vardı. Züreî’nin Azledilmesi Argûn’e Ulaşınca, Buna Çok Üzüldü Ve Mısır’a Varınca, Mensûriyye Müderrisliğini, Takıyyüddîn Sübkî’den Alıp, Tekrar Züreî’ye Vermeye Karar Verdi. Bu Haber Takıyyüddîn Sübkî’ye Ulaşınca, O Buna Çok Üzüldü. Bu Haber Üzerine, Gece İki Rekat Namaz Kılarak, Allahü Teâlâya Niyazda Bulundu. Bu Sırada; “argûn Tutuklandı!” Diye Bir Ses Duyuldu. Ertesi Gün Derse Gittiğinde Kendisine, Nâib Argûn’un Tutuklandığı Söylendi.

imâm-ı Sübkî Şöyle Anlatır: “babam Takıyyüddîn Sübkî’ye Rahat Vermeyenlerden Birisi De, Şam Nâibi Argûn Şah İdi. Bir Gün Babam, Argûn Şah’a; “ey Emîr! Ben De, Sen De Bir Gün Öleceğiz.” Dedi. Argûn Şah Da Ona; “ey Kâdı! Bu Şehirde Kaç Nâib Gördün?” Diye Sorunca, O; “şu Kadar Nâib Gördüm.” Dedi. Argûn Şah; “benden Başkası Sana Rahat Vermedi.” Deyince, O; “ileride Sen De Göreceksin.” Dedi. Biz, Bir Gün Yatsı Namazını Kılmak İçin Toplanmıştık. Namazdan Sonra, Babam Yüksekçe Bir Yere Çıktı. Başı Eğik Bir Vaziyette Durmaya Başladı. Hiç Konuşmuyordu. Ayakta Olduğu Hâlde, Sabah Namazına Kadar Aynı Vaziyette Kaldı. Bu Sırada Öyle Heybetli Bir Hâli Vardı Ki, Târifî, Anlatılması Çok Zordu. Onu Bu Hâlde Gören Kimse, Şâyet O Anda Onu Bir Arı Sokmuş Olsaydı, Aslâ Bunu Hissetmiyeceğine İnanırdı. Sonra Oradan İnip Yatsı Namazının Abdesti İle Sabah Namazını Kıldı. İnerken Bize; “argûn Şah’ın İşi Bitti.” Dedi. Salı Günü Trablus’tan Yola Çıkan Ulcîbuğa İsminde Birisinin, Perşembe Günü Gecenin Yarısında Argûn Şah’ın Başını Kestiğini Öğrendim. Sonra Babamın Odasına Geldim. İçeride Kur’ân-ı Kerîm Okuyordu. Biraz Bekledikten Sonra Kapıyı Çaldım. Kur’ân-ı Kerîm Okumasını Keserek Kapıyı Açtı. Bana; “müslüman Kardeşin İçin Şemâtet Yapmayı Bırak (şemâtet; Başkasına Gelen Belâya, Zarara Sevinmektir). Belki Allahü Teâlâ Ona Âfiyet Verir De, Seni O Musîbete Düçâr Eder.” Dedi. Sonra Ben Ona, Biraz Sevinçli Bir Hâl İçinde; “argûn Şah Öldürüldü.” Dedim. O Zaman Bana; “kim Demiş? Sus! Bu Ne Biçim Söz Böyle! Müslüman Kardeşin Hakkında Şemâtet Yapma Dedik, Değil Mi?” Dedi. Bana Kapıyı Açıp “şemâtet Yapma!” Demesi, Benim Ona Ne Söyleyeceğimi, Allahü Teâlânın Ona Bildirmesi, Onun Bir Kerâmetidir.”

şöyle Anlatılır: “takıyyüddîn Sübkî, Bir Mesele Hakkında Hüküm Vermişti. Bu Hükmünde De Kararlı İdi. Şam Nâibi Argûn Kâmilî, Bu Hükmünden Dolayı Ona Karşı Çıktı. Bu Mesele Şam Ve Mısır’da Önemli Bir Konu Hâline Geldi. Bu Sırada Kâdı Selâhüddîn Safdî, Takıyyüddîn Sübkî’nin Yanına Gelerek; “efendim! Bu Mesele Aleyhimize Olmaktadır. Onlar Hakka İtâat Etmezler, Hakka Boyun Eğmezler. Niçin Kendinizi Tehlikeye Atıyorsunuz? Niçin Onlarla Mücâdele Ediyorsunuz?” Deyince, O Uzun Süre Düşündükten Sonra; “vallahi, Allahü Teâlâdan Başkasının Rızâsını Düşünmem. Benim İçin Önemli Olan, Allahü Teâlânın Rızâsıdır.” Dedi. Bunun Üzerine Ben, Onun Baskı Ve Lâflar İle Haktan Ayrılmayacağını Anladım. Nâib Argûn Kâmilî Bir Süre Sonra Görevinden Alındı Ve Çeşitli Eziyetler Başına Geldi. Ölünceye Kadar Çeşitli Üzüntüler İçinde Ve İşsiz Güçsüz Yaşadı.”

takıyyüddîn Sübkî, 1354 (h.755) Senesinde Zâfiyete Yakalandı. Vefât Edinceye Kadar Bu Hastalık Devâm Etti. Kendisi Dâimâ; “ben Mısır’da Vefât Ederim” Derdi. Mısır’a Gidince, Orada Birkaç Gün Hasta Kaldı. 1355 (h.756) Senesinde Kâhire’nin Dışında Bir Yerde Vefât Etti. Cenâze Namazına Çok Kalabalık Bir Cemâat Katıldı. Cenâzesini Taşıyanların Bir Ucu, Defnedildiği Yer Olan Bâb-ün-nasr’da İken, Diğer Ucu Vefât Ettiği Evin Önünde İdi.

takıyyüddîn Sübkî’nin Vefâtından Sonra Birçok Kimse, Onun Allahü Teâlânın İndinde Nâil Olacağı Yüksek Derecelerle İlgili Güzel Rüyâlar Gördü.

sâlihlerden Birisi Şöyle Anlattı: “vefâtından İki Veya Üç Gece Sonra, Takıyyüddîn Sübkî’yi Rüyâmda Gördüm. “allahü Teâlâ Sana Ne Muâmele Buyurdu?” Diye Sordum. Bana Şöyle Cevap Verdi: “bana Cennet Kapıları Açıldı. Gir Denildi. Ben; “izzetin Hakkı İçin Yâ Rabbî! Benim Cenâze Namazımda Bulunanların Da Girmesini İsterim.” Dedim.”

takıyyüddîn Sübkî Oğluna Şöyle Nasîhat Etti: “ey Oğul! Vaktini Boş Yere Geçirsen Bile, Seher Vaktinde Uyanık Olup, İbâdet Ve Tâatla Meşgûl Olmayı Kendine Âdet Edin. Seher Vaktinde Uyuyan Kimseye Çok Çok Yazık!”

takıyyüddîn Sübkî’nin Büyük Oğlu Ebû Bekr Muhammed İçin Nasihat Olarak Söylediği Şiirin Tercümesi Şöyledir: “ey Oğul! Sana Yapacağım Nasîhatimi İhmâl Etme. Sözüme İyi Kulak Ver. Bu Nasîhatim, Sana Rehber Olur. Allahü Teâlânın Kitâbı Kur’ân-ı Kerîmi Ve Sahîh Olan Hadîs-i Şerîfleri Ezberle, Usûl-i Fıkhı Çok İyi Bil. O, Senin Sağlam Ve Doğru Konuşmanı Sağlar. Nahiv İlmini Öğren. Bu, Anlayışını Arttırır. Zâhirî İlimlerde, İmâm-ı A'zam, İmâm-ı Şâfiî, İmâm-ı Mâlik Ve İmâm-ı Ahmed’in, Tasavvufta Cüneyd-i Bağdâdî’nin Talebeleri- Ne Ve Onlara Tâbi Olanlara Uy. Her İşinde Resûl-i Ekremin Sünnet-i Seniyyesine Uyarak Saâdete Kavuş. İlimde Allahü Teâlânın Rızâsını Gözet, Sâlihlerin Yoluna Kavuşursun. Allahü Teâlâdan Kork, Emrettiklerini Yap, Yasak Kıldığı Şeyleri Yapma! Dünyâya Rağbet Etme. Başına Gelen Belâ Ve Musîbetleri; Kulluk Vazifelerini Yerine Getirerek, Yalvarıp Yakararak Allahü Teâlâya Arz Et. Belâ Ve Musîbetlere Karşı Sabırlı Ol. Sana İhsân Ettiği Nîmetlere Karşı, Allahü Teâlâya Şükret Ve Hamdet. Doğru Ve Samîmî Olarak Verâdan Ayrılma, Şüphelilerden Uzak Kal. Rabbine İtâat Et. O’na Secde Eyle, İlim Öğrenmekte Çok Gayretli Ol. Diline De Sâhib Ol.”

takıyyüddîn Sübkî Buyurdu Ki: “sûfî; Hakk’a Doğruluk, Halka Karşı Güzel Ahlâk Üzere Olan Kişidir.”

“tefekkür Ettim, Düşündüm. Gördüm Ki, Bütün Fesâdın Başı Kibirdir. Kibir, Şeytanın Büyüklenip Kendini Beğenmesi İle İşlenen İlk Günah Oldu. Kalbde Kibir, Büyüklenme Hâsıl Olduğu Zaman, Kendisini Büyük Görüp, Başkalarını Aşağı Görür. Kibir, Kalbi Nasîhat Kabûl Etmekten Ve Emre İtâat Etmekten Alıkoyar. Kalbde Kendini Hor Ve Hakîr Görme Hâsıl Olunca, İslâm Âlimlerine İtâat Eder Ve Sözlerini Dinler. İslâm Âlimlerinin Söz Ve Nasîhatleri Ona Tesir Eder. Bu Vesîle İle Hakk'ı Tanır. Nihâyet Her Hayır Ve İyiliğe Kavuşur.”

“bütün Salâhı, İyiliği, Resûl-i Ekremin Şu İki Mübârek Sözünde Buldum: “nefsine Yapış Ve Evin Geniş Olsun.” nefse Yapışmaya Gelince; İnsan Kendisi İle Meşgûl Olursa, Nefsini Mânevî Kirlerden Ve Kötülüklerden Alıkoyar. Nefsine İyi Ve Övülen Güzel Hasletleri Ve Sıfatları Kazandırır. Bu Vesîle İle Allahü Teâlâya Yakın Kimselerden Olur. Hem, İnsanlarla Uğraşmakta Hayır Ve Fayda Yoktur. “evin Geniş Olsun” Sözüne Gelince; Burada, Selâmetin İnsanlardan Uzak Olmakta Olduğu Beyân Buyrulmaktadır. İnsan Evinden Çıktığı Zaman, Her Türlü Rezâlete Bulaşır Ve Kötü İşler Yapar. Bu Mevzûda Şöyle Bir Şiir Yazdım: Kalbin Kibri, Doğru Yolu Kabûl Etmeye Mânidir. Onun İçin Kendini Büyük Görme, Mütevâzî Ol. Evinde Kal, Ondan Bir Karış Bile Ayrılma. Eğer Evden Ayrılırsan, Pekçok Kötülüklerle Karşılaşırsın.”

takıyyüddîn Sübkî, Birçok Eser Yazdı. Yazdığı Eserlerin Bir Kısmı Şunlardır: 1) Ed-dürr-ün-nazîm: kur’ân-ı Kerîmin Tefsîrine Dâirdir, Tamamlayamamıştır. 2) Tekmilet-ül-mecmû’ Fî Şerh-il-mühezzeb: nevevî’nin mecmû’ adlı Eserinin Şerhidir. Ribâ Bahsinden Başlamış, Teflîs Bahsine Kadar Gelmiştir. Beş Cilddir. 3) Et-tahbîr-ül-mühezzeb Fî Tahrîr-il-mezheb: minhâc’ın Geniş Bir Şerhidir.minhâc’ın Namaz Bahsinden Başlamıştır. 4) El-ibtihâc Fî Şerh-ıl-minhâc Lin-nevevî: talak Bahsine Kadar Yazmıştır. 5) El-ibhâc Fî Şerh-ıl-minhâc: usûl-i Fıkha Dâirdir. Mukaddimet-ül-vâcib Meselesine Kadar Yazmıştır. Bu Kitabı, Oğlu İmâm-ı Sübkî Tamamlamıştır. 6) Ref-ül-hâcib An Muhtasar-ı İbn-il-hâcib: ibn-i Hâcib’in muhtasar’ının Başından Az Bir Kısmının Şerhidir. 7) Er-rakm-ül-ibrîzî Fî Şerh-i Muhtasar-it-tibrîzî, 8- El-veşy-ül-ibrîzî Fî Hallit-tibrîzî: tamamlayamadığı Eserlerdendir. 9) Kitâb-üt-tahkîk Fî Meselet-it-tahlîk: ibn-i Teymiyyeye Talak Meselesinde Büyük Reddiyedir.

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

iki Rekat Namaz

şam Nâibi Aydoğmuş’un, Takıyyüddîn Sübkî’ye Sıkıntı Vermesini Şeyh Behâeddîn Şöyle Anlatır: “nâib İle Takıyyüddîn Sübkî Arasındaki Anlaşmazlık Çok İleri Safhaya Varmıştı. Sonunda Takıyyüddîn Sübkî, Kâdılıktan Ayrılmaya Karar Verdi. Selâhiyye Medresesinde Ders Verdiği Yere Gitti. Burada Odasına Girdi. Kapıyı Kapayarak, Kâdılıktan Ayrılması Husûsunda İstihâre Yapacaktı. İki Rekat Namaz Kılmaya Başladı. İkinci Rekatin İkinci Secdesinde İken Bir Ses Duydu. Bu Ses; “her İnsan İçin, Önünden Ve Arkasından Tâkib Eden Melekler Vardır. Onu Allahü Teâlânın Emriyle Korurlar. Muhakkak Ki Allah, Bir Topluma Verdiği Nîmeti, Onlar Kendilerindeki İyi Hâli Fenâlığa Çevirmedikçe Bozmaz. Bir Topluma Da Allahü Teâlâ Bir Kötülük Diledi Mi, Artık Onun Geri Çevrilmesine Hiçbir Çâre Yoktur. O Toplum İçin (kendilerine Yardım Edecek) allahü Teâlâdan Başka Bir Yardımcı Da Yoktur.” meâlindeki Ra’d Sûresi On Birinci Âyet-i Kerîmesini Okuyordu. Bunun Üzerine Kâdılık Vazifesinden Ayrıldı. O Zaman Emîr, Bedrüddîn Genkilî Bin Bâbâ İdi. Takıyyüddîn Sübkî İle Aydoğmuş Arasındaki Meseleye O Da Üzülmüştü. Takıyyüddîn Sübkî'yi Çok Seviyordu Ve Onu Haklı Buluyordu. Fakat Aydoğmuş Gibi Bir Devlet Adamını Da Görevden Almak Bâzı Sebeplerden Dolayı Zordu. Bedrüddîn Genkilî, Takıyyüddîn Sübkî İçin; “eğer O, Allahü Teâlâ İndinde Kıymetli Bir Kul İse, Cenâb-ı Hak Onu Bu Sıkıntıdan Kurtarır Ve Rahata Erdirir” Diyordu. Kısa Bir Süre Sonra, Aydoğmuş’un Âniden Ölüm Haberi Geldi. Bu Ölüm Haberi Takıyyüddîn Sübkî’ye Ulaşınca Ağladı. Sonra Kalkıp Namaz Kıldı.”

 

son Söz

yazdığı Vasiyet Şöyledir: “kulun Her Hâlinde İbâdet Yapması Gerekir. Çünkü Ömür Çok Kısadır. Ömrünün Bir Kısmı Küçüklükte Geçer. Bir Kısmı Büyüyünce, Bedenî İhtiyaçlarını Temin Etmek, Uyku, Kendisine Ârız Olan Hastalık, Özür Hâlleri, Zarûrî Meşgaleler, İnsanlarla Uğraşma Ve Geçim Derdi Gibi İşlerle Geçer. Bunlardan Geriye, İnsan İçin Çok Az Vakit Kalır. İşte İnsan, Ya Bu Kısacık Ömrünü İbâdet Ve Tâatle Geçirmek Sûretiyle Allahü Teâlâya, Cennet'ine Ve Çeşit Çeşit Nîmetlerine Kavuşur, Veya Bu Kısacık Hayâtı Kendi Aleyhine Zâyi Eder De, Ebedî Hüsrâna Uğrar Veya Ömrünü Günah Ve Başkalarına Düşmanlıkla Geçirir. Böylece Şeytanın Yardımcılarından Olur, Onunla Birlikte Cehennem Ateşinde Yanar. Herkes, Yaşadığı Kısa Ömür İçerisinde Bu Üç Hâlden Birinde Bulunur. Allahü Teâlânın Takdîr Ettiği Şeyler, Her Zaman İnsanın İstediği Şekilde Cereyân Etmez. İnsan Bâzan Oturup, İstediği Bir Şeyi Bekler. Fakat Bu Sırada Birçok İyi Şeyleri Kaçırır. Çok Defâ İnsanın Kendisi İçin İstediği Şeylerin Sonu Şer Olur. Bu Sebeple İnsanın Tercihte Bulunması, Şöyle Veya Böyle Olmasını İstememesi Gerekir. Bilakis, Allahü Teâlânın Kendisi İçin Hayırlı Olanı İhsân Etmesi İçin, Bütün İşlerini Allahü Teâlâya Bırakması Gerekir.

bir Kimsenin Dâimâ Allahü Teâlâya Tâat Üzere Olması, Emirlerine Uyup, Hep Murâkabe Üzere Olması İçin, Üzerindeki Vazifeleri, Allahü Teâlânın Rızâsına Uygun Olarak Yerine Getirmelidir. Meselâ, Kâdılık Gibi Tehlikeli Ve Zor Bir Vazifeyi Yapmak Zorunda Kaldığı, Ondan Kendisini Kurtaramadığı Zaman, Artık O Vazifeden Ayrılmayı İstememelidir. Çünkü O Vazifeden Ayrılırsa, Belki Ondan Daha Kötü Bir İşe Düşebilir. Sonra İşlerin Sonunun Nasıl Olacağını Bilemez. Bu Sebeple, Üzerinde Bulunduğu Vazifede Kalmalı Ve Şu Hususlara Riâyet Etmelidir: 1) Bu Vazife Kendisini, Birinci Derecede Lâzım Olan Allahü Teâlânın Emirlerini Yerine Getirmekten Alıkoymamalıdır. 2) O Vazifede Kaldığı Müddetçe, Kötü Ve Bozuk Birisinin O Vazifeyi Almaması İçin Kaldığını Niyet Etmelidir. Böylece O Mâkama, Lâyık Olmayan Birisinin Gelmesine Mâni Olmuş Olur. Bu Niyeti İle, Dâimâ İbâdet Sevâbı Kazanır. Mahkemeye Bir Dâvâ Gelip, Burada Bir Mazlûma Yardımcı Olup, Onun Hakkını Zâlimden Aldığı, Hakkı Ayakta Tuttuğu Veya Bâtıl Ve Bozuk Bir İşe Mâni Olduğu Zaman, Kat Kat İbâdet Sevâbına Kavuşur. Müslümanları, Onlara Zarar Verecek Şeylere Karşı Himâye Eder. Kendisini, Efendisinin, İçerisinde Çoluk Çocuğunun Bulunduğu Bir Eve Koyduğu Köle Gibi Ve Böyle Bir Eve Lâyık Olmadığını Düşünür. Bu Sebeple, Bu Evden Çıkmak Ve Ayrılmak İstemez. Çünkü, Efendisi Onu Oraya Koydu. Emir Onun Emridir. Onun İçin, Efendisinin Çoluk Çocuğunun İşlerini Görmek İçin Olanca Gücü İle Çalışır. Bu Hususta Efendisinin Rızâsını Arar. Bâzan Efendisi Onu İmtihân Edebilir. Bu Bakımdan, Onun Her Zaman Hazır Olması, Dâimâ Efendisinin Emirleri İstikâmetinde Bir Köle Ve Hizmetçi Olması Lâzımdır. Kısa Bir Müddet Sonra Ölüm Gelir. Ya Efendisinin Emirlerini Yerine Getirirken, Kölelik Ve Hizmetçiliği Üzere Can Verir Veya Ondan Başka Bir Hâl Üzere Vefât Eder. Maksad, Allahü Teâlanın Rızâsına Kavuşmaktır.”

 

kaynaklar

1) Mu'cem-ül-müellifîn; C.7, S.127

2) Tezkiret-ül-huffâz; C.4, S.1508

3) Ed-dürer-ül-kâmine; C.3, S.63

4) Hüsn-ül-muhâdara; C.1, S.321

5) Şezerât-üz-zeheb; C.6, S.180

6) Tabakât-ül-müfessirîn; C.1, S.412

7) Bugyet-ül-vuât; C.2, S.176

8) Miftâh-üs-seâde; C.2, S.221

9) Tabakât-üş-şâfiiyye; C.10, S.139

10) Fevâid-ül-behiyye; S.44

11) Tabakât-üş-şafiiyye (esnevî); C.2, S.75

12) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (51. Baskı) S.1069

13) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.11, S.101

Yorumlar
Kod: 74WA4