anadolu'da Yetişen Büyük Velîlerden. İsmi Muhammed Vehbî'dir. Hayyât Vehbî Diye Meşhûrdur. 1780 (h.1195) Senesinde Doğdu. osmanlı Müellifleri, Sefînet-ül-evliyâ, Esmâ-ül-müellifîn adlı Eserlerde Erzurum'da, Diğer Bâzı Eserlerde İse, Erzincan'da Doğduğu Yazılıdır. 1847 (h.1264) Senesinde Erzincan'da Vefât Etti. Dergâhının Olduğu Yere Defnedildi. Bugün Burası Terzi Baba Mezârlığı Diye Anılmakta, Mezârlığın Ortasında Türbesi Bulunmaktadır.
terzi Baba Temel Din Bilgilerini Tahsîl Ettikten Sonra, Anne Ve Babasının İsteği Üzerine, Bir Sanat Sâhibi Olmak İçin Terzilik Öğrenmeğe Başladı. Terzi Baba Diye Meşhûr Olması Buradan Gelmektedir. Dünyâya Hiç Rağbeti Yoktu. Âhirete Meyli Çok Fazla İdi. Mesleği İle Meşgûl Olurken, İbâdeti Terketmez, Nefsinin Arzû Ve İsteklerini Yapmama Husûsunda Âzamî Gayret Gösterirdi. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin Halîfelerinden Şeyh Abdullah Mekkî Efendi İle Görüştü Ve Ona Talebe Oldu. Bundan Sonra Terzi Baba'nın Mânevî Mertebesi Günden Güne İlerledi. Nefsle Mücâdele Ve Riyâzette Çok İleri Derecelere Ulaştı. Abdullah Mekkî Efendi, Ona İcâzet Verdi.
abdullah Mekkî Efendi İle Tanışmaları Şöyle Oldu: Terzi Baba, Hem Dikiş Diker Hem De Dili Ve Kalbi İle Allahü Teâlâyı Anardı. Dükkânında Dikiş Dikerken, Her İğneyi Kumaşa Geçirip Çıkarışta Dili Ve Kalbi İle Allahü Teâlânın İsm-i Şerîfini Söylerdi. Halîm Selîm, Mütevâzî Bir Zât İdi. Kimsenin Hâlini Bilmesini İstemezdi. Fakirleri Çok Sever Ve Bu Sevgisini Açıkça Belli Ederdi.
bir Gün Erzincan'a Seyyah Fakirlerden Birisi Geldi. Üzerindeki Palto Çok Eski Olduğu Gibi, Ele Alınmayacak Kadar Kirli İdi. Bu Zât Paltosunu Diktirmek İçin Şehirdeki Terzileri Tek Tek Gezdi. Fakat Mürâcaat Ettiği Bütün Terziler Onun Elbisesini Dikmek Değil, El Sürmekten Bile Çekindiler. Terziler O Fakir Zâta Alay Yollu; "şurada Terzi Baba Var. Ona Götür, O Diker." Dediler. Zavallı Fakir Zât, Terzi Baba'yı Buldu. İstediğini Anlattı. Terzi Baba'dan, Red Yerine Hüsn-i Kabûl Gördü. Terzibaba Ona; "paltonu Bırak, İnşâallah Yarına Hazırlarım." Dedi. Terzi Baba Paltoyu Alıp, Güzelce Yıkadı, Kuruttu Ve Dikti. Ertesi Gün O Fakire Elbisesini Teslim Etti. Bütün Bu Yaptıklarının Karşılığında Ücret Almadı. O Fakir Zât Paltosunu Temizlenmiş, Dikilmiş Görünce Çok Memnun Oldu. Terzi Baba'ya Nazar Edip, Allahü Teâlânın Sevdiklerinin Sohbetine Kavuşması İçin Kalben Duâ Etti. Bu Günlerde Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri, Halîfelerinden Abdullah Mekkî Efendiyi Anadolu'ya Göndermişti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzurum'a Uğramış, Sonra Erzincan Taraflarına Yönelmişti. Erzincan'a Yaklaşınca, Yanındaki Arkadaşlarına; "hocamızın Bize Târif Eylediği Memleket, Allah Bilir Ya Burasıdır. Burada Bir Zâtın Bizde Emâneti Vardır." Demişti. Abdullah Mekkî Efendi, Erzincan'ı Şereflendirince, İnsanlar Akın Akın Ziyâretine Geldiler. Gelenler Arasında Terzi Baba Da Vardı. Abdullah Mekkî Efendi, İlk Defâ Gördüğü Terzi Baba Girince Ayağa Kalktı. Dâvet Edip Yanında Yer Verdi. Hiç Kimseye Yapmadığı İltifâtı Terzi Baba'ya Yaptı. "mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinden Bizde Bir Emânet Var. O Emânete Seni Müstehak Gördüm. Bu Emânet Sana Çok Menfaatler Sağlar. Kabûl Edersen Sana Teslim Edeyim." Dedi. Terzi Baba Da; "siz Bilirsiniz Efendim, Maddî Menfaatse; Dünyâ İçin Allah Demem." Cevâbını Verdi. Abdullah Mekkî Efendi Bu Cevâbı Alınca; "oğlum, Sen Bulacağını Buldun. Teslim Edeceğim Emânet Seni Dünyâ Sevgisinden Kurtarmaktan Başka Bir Şey Değildi." Buyurarak, Terzi Baba'ya Himmetle Nazar Edip, Emâneti Tevdî Etti. Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn-i Buhârî Hazretlerinin Yolunda Terbiye Edip, Kemâle Ermesine Vesîle Oldu. Terzi Baba'ya Hilâfet Verip, Allahü Teâlânın Kullarına, Allahü Teâlânın Dînini Öğretmek Ve Mârifetullaha Kavuşturmak Vazifelerini Verdi. Bunun Üzerine, Terzi Baba'nın Hâli Derhal Değişti. Mânevî Feyzler Deryâsına Daldı.
bu Hâdiselerden Sonra, Terzi Baba'nın Yüksek Derecesi Halk Arasında Duyulup, Yayıldı. Herkes İstifâde Etmek İçin Ona Geldi. Zamanla Terzi Baba'ya Bağlı Talebelerin Sayısı Günden Güne Arttı. Bu Hâli Çekemeyenler, Onun Hakkında Dedikodu Etmeye Başladılar. "ümmî Bir Câhilin Başına Bu Kadar İnsan Toplanmış." Diyorlardı. Hattâ İlimden Biraz Nasîbi Olanlar Da, Bu Gibi Sözleri Söylemeye Başlamıştı.bunun Üzerine Beldenin Müftîsi, Terzibaba'yı İmtihân İçin Dâvet Etti. Maksadı İse, Terzibaba Sorulan Suâllere Cevap Veremeyince, Cehâletini Anlayıp, İnsanları İrşâd, Yol Gösterme Dâvâsından Vazgeçmesini Temin Etmekti. Terzi Baba, Müftî Efendinin Dâvetini Kabûl Edip Gitti. Orada Büyük Bir İlim Meclisinin Toplandığını Gördü. Müftî Efendiye Kendisini Niçin Dâvet Ettiğini Sorduğunda, Müftî Efendi Ona; "biz Seni İmtihan İçin Dâvet Ettik. Hakkınızda Birçok Dedikodu Yapılıyor. Buna Son Vermek Lâzım Geldi. Şimdi Bâzı Suâller Soracağız. Siz Cevap Vereceksiniz." Dedi. Sonra Sıfat-ı Sübûtiyyenin Kaç Tâne Olduğunu Ve Daha Başka Suâlleri Sordu.terzi Baba Büyük Bir Hakîkati Ortaya Çıkarmak İçin; "allahü Teâlânın, Bu Şehirde Yaşayanlara Göre Yedi, Diğer Beldelere Göre Sekiz Tâne Sıfat-ı Subûtiyyesi Vardır. Bu Beldeye Göre Allahü Teâlânın Subûtî Sıfatları Şunlardır: İlim, Semi', Basar, İrâde, Hayât, Kelâm Ve Tekvîn. Bu Şehre Göre Allahü Teâlânın Kudret Sıfatı Yoktur. Çünkü Bu Şehir İnsanları Allahü Teâlânın Kudret Sıfatını İnkar Etmektedirler. Eğer Bu Şehrin İnsanlarıallahü Teâlânın Kudret Sıfatına İnansalardı, Allahü Teâlâ Bir Ümmî Kulunda, İnsanlara Doğru Yolu Gösterme Kâbiliyetini Yaratmaya Kâdirdir, Derlerdi." Cevâbını Verir Vermez, Orada Bulunanlar, Terzi Baba'nın İlm-i Ledünnîye Sâhip, Kâmil Bir Zât Olduğuna Kanâat Getirip, Ellerine Kapanarak Af Dilediler. Ona Gereken İkrâm Ve Hürmet Gösterdiler.
terzi Baba'nın Yetiştirdiği Talebeler Arasında En Meşhûrları; Hâfız Rüşdü Efendi, Hacı Mustafa Fehmi, Leblebici Baba'dır. Terzi Baba, İlâhî Aşk İle Dolu Âdetâ İkinci Bir Yûnus Emre'dir. Tasavvufun Hakîkatlerine Dâir, miftâh-ul-kenz isminde Manzum Eseri Çok Meşhûrdur.
terzi Baba, Pekçok Rumuz Ve İşâretler Yâni Kapalı Mânâlı Şeyler Söylerdi. Erzincan Ahâlisinden Hacı Hatip Efendi İsimli Zât, Bir Kazâya Kâdılığa Tâyin Edildi. Hacı Hatîb Efendi Öyle Bir Kazâyı Bilmediğinden Araştırdı. Fakat Kimse De Bilmiyordu. Gönlü ızdırap Ve Sıkıntı İle Doluydu. Terzi Baba'nın Sohbetlerinde Ferahlamak İçin Sarıgül'de Olan Bahçesine Gitti.terzi Baba Bahçede; "her Kim Ne Ederse Kendine Eder, Yine Kendi Kendine Eder." Diyerek Dolaşıyordu. Hatib Efendiyi Görünce; "gel Ağa Bir Kahve Pişirdim Berâber İçelim." Dedi. Kahve İçerken Bir Müddet Murâkabeye Dalan Terzi Baba; "ağa, Hem Kahve İçelim, Hem De Sana Bir Hikâye Anlatayım. Dinle! Birisi İstanbul'da Aksaray'a Doğru Giderken Bir Kahve Dükkanına Uğramış. Dükkanda Bir Saz Olduğunu Görmüş Ve Çalmak İstemiş. Sazın Bozuk Olduğunu Görünce, Kahveciye; "saz Bozuk." Demiş. Kahveci De; "onu Çalan Öyle Bozuk Düzen Çalardı. Sen De Öyle Çalarsan Çal, Çalmazsan Bırak Yerine Demiş. Acayip Bir Hikâye Değil Mi?" Deyip Sözünü Tamamladı. Hatîb Efendi Bu Konuşmadan Hiçbir Şey Anlamadı, Fakat Bu Hikâye Bizimle Alâkalıdır Diye Düşünüp, Edebinden Hikmetini Soramadı. Birkaç Gün Sonra Bir Misâfiri Geldi.çok Yer Dolaştığından Tâyin Olduğu Yeri Bilip Bilmediğini Sordu. O Misâfir; "o Kaza Aksaray Dâiresinde Bozok Sancağındadır." Demesiyle Hatip Efendi,terzi Baba'nın İlk İşâretini Anlamış Oldu. Doğruca O Kazâya Gitti. Fakat Birkaç Ay Orada Hâkimlik Yaptıktan Sonra Halkı Ve Kazâsı İle Uyuşamadığından İstifâ Edip Geri Döndü. Bundan Da; "çalabilirsen Çal, Çalamazsan Bırak." Sözünün Mânâsını Anlamış Oldu.
erzincan’da Yetişen, Bir Büyük Evliyâdır,
ledünnî İlimlerde, O, Geniş Bir Deryâdır.
anne Ve Babasının, İsteği Üzerine,
küçükten Başlamıştı, Terzilik Mesleğine.
dünyâya Zerre Kadar, Hiç Etmezdi Muhabbet,
âhiret Ahvâline, Ediyordu Hep Rağbet.
her İğne Batırışta, Zikrederdi Rabbini,
zîrâ Allah Sevgisi, Doldurmuştu Kalbini.
iğneyi Çekerken De, Allah Derdi O Yine,
zîrâ O’ndan Gayrisi, Hiç Gelmezdi Kalbine.
halîm Ve Selîm Olup, Mütevâzi İdi Pek,
hâlini, İnsanlardan, Gizler İdi Mübârek.
fakîrleri Çok Sever, Bunu Belli Ederdi,
onlar İle Oturmak, Çok Hoşuna Giderdi.
bir Fakîr Seyyah Geldi, Erzincan’a Bir Zaman,
üstündeki Paltosu, Görünmezdi Yamadan.
kirli Ve Yırtık İdi, Sökülmüştü Her Yeri,
onu Diktirmek İçin, Gezdi Hep Terzileri.
ve Lâkin Hiç Birisi, Dikmedi Paltosunu,
hattâ Eline Bile, Almadı Kimse Onu.
o Zavallı Fakîre, Hiç Kıymet Vermiyerek,
savdılar Başlarından, İstihzâ Eyleyerek.
dediler Ki: “şurada, Git Bul Terzi Baba’yı,
o Diker Üstündeki, Bu Pejmürde Abayı,
böyle Âdi İşleri, Vaktimiz Yok Yapmaya,
götür Bunu, O Yapsın, Gelme Artık Buraya.”
zavallı Fakîr Yolcu, Buldu Terzi Baba’yı,
dedi: “diker Misiniz, Üstümdeki Abayı?”
buyurdu Ki: “tabiî, Bırak Onu Sen Bana,
inşallah Hemen Başlar, Bitiririm Yarına.”
aldı Onu, Yıkadı, Temizledi İlk Önce,
söküklerini Dikip, Tâmir Etti Güzelce.
ertesi Gün O Fakîr, Geldiğinde Dükkâna,
“paltonuz Hazır” Deyip, Kalktı Ve Verdi Ona.
lâkin Öyle Bir Hâle, Getirmişti Ki Onu,
fakîr Tanıyamadı, Kendinin Paltosunu.
zîrâ Baktı, Yıkanmış, Temizlenmiş, Dikilmiş,
yepyeni Gördü Onu, Sanki Hiç Giyilmemiş.
çok Sevinip Şükretti, Allahü Teâlâya,
“borcum Ne Kadar?” Diye, Sordu Terzi Baba’ya.
buyurdu Ki: “borcun Yok, Âfiyetle Giy Onu,
zîrâ Ben, Allah İçin, Diktim Senin Paltonu.”
fakîr Açtı Elini, Dedi Ki: “yâ İlâhî!
evliyâ Kullarından, Eyle Sen, Bunu Dahî.”
o Günlerde Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî De,
talebesinden Olan, Abdullah-ı Mekkî’ye,
bir İcâzet Vererek, Demişti Ki Kendine:
“sen De Bu Emâneti, Verirsin Bir Ehline.”
gönderdi Sonra Onu, Hemen Anadolu’ya,
ki Aldığı Feyzleri, Saçıversin Oraya.
buyurdu: “oralarda, Bulunca Bir Ehlini,
o Nasipli Kimseye, Ver Bu Emânetini.”
“peki Efendim!” Deyip, Bir Grup İnsanlarla
anadolu’ya Doğru, Bağdat’tan Çıktı Yola.
mesâfeler Katedip, Erzurum’a Geldiler,
oradan Da Erzincan, Şehrine Yöneldiler.
erzincan Sınırına, Yaklaşınca Mübârek,
bir An Yoldaşlarına, Yüzünü Döndürerek,
dedi Ki: “hocamızdan, Aldığım Emâneti,
vereceğim O Şahsın, Yakındır Vilâyeti.
zîrâ Bana Bir Koku, Geliyor Ki Bu Yerde,
o Zât, Bu Yakınlarda, Bir Yerdedir Belki De.”
erzincan Sınırına, Doğru İlerledikçe,
o Kokunun Şiddeti, Artıyordu Gittikçe.
ne Zaman Ki Az Sonra, Erzincan’a Geldiler,
gökyüzünden O Yere, Nûr Yağıyor Gördüler.
hem Abdullah-ı Mekki, Hem Dahî Diğerleri,
gördüler Gökten İnen, O Nûr-u İllâhîyi.
“aradığım Şehir, Burasıdır” Diyerek,
kenar Bir Mahâllede, İkâmet Eylediler.
onlar Teşrîf Edince, Bu Beldeye Nihâyet,
insanlar Akın Akın, Eylediler Ziyâret.
her Gelen Hayran Kaldı, Onun Sohbetlerine,
ziyâretçi Sayısı, Çoğaldı Günden Güne.
lâkin O, Gelenlere, Tek Tek Dikkat Ederek,
birini Arıyordu, Emâneti Verecek.
nihâyet Terzi Baba, Teşrîf Etti Oraya.
o İçeri Girince, Hemen Kalktı Ayağa.
çağırıp, Tam Yanında, Oturttu Kendisini.
şaşırttı Bu İltifat, Cemâatin Hepsini.
ona Olan İlgiden, Hayrete Düştüler Hep,
dediler: “bir Terziye, Bu İltifat Ne Acep?”
lâkin O, Görüyordu, Onun Temiz Kalbini,
zîrâ Erbâbı Anlar, Mücevherin Kadrini.
sonra Terzi Baba’ya, Buyurdu Ki: “kardeşim!
bende Bir Emânet Var, Hocamdan Almış İdim.
seni Lâyık Görürüm, Emâneti Vermeye,
sen Buna Müstehaksın, Vermem Onu Gayriye,
bu, Sana Çok Menfaat, Çok Nîmet Sağlayacak,
insanlar Akın Akın, Sana Doğru Koşacak.
bunun İçin Sâdece, Sen Allah Diyeceksin,
onun Karşılığında, Çok Şeye Ereceksin.”
dedi Ki: “ey Efendim, Nedir Aslı Bu İşin?
ben Aslâ Allah Demem, Dünyalık Bir Şey İçin.”
buyurdu Ki: “kardeşim, Bu Sözün Ne Güzeldir,
benim Dahî Murâdım, Bunu Temin Etmektir.
benim Bu Teklîfime, Evet Dersen Sen Hemen,
dünyâ Muhabbetinden, Kurtulursun Tamâmen.
bu, Öyle Bir Nîmet Ki, Benzeri Yoktur Daha,
dünyâdan Uzaklaşıp, Yaklaşırsın Allah'a.
sen Bu Güzel Sözünle, İsbat Ettin Kendini.
mübârek Olsun Sana, Uzat Şimdi Elini.”
sonra Bir Himmet İle, Baktı Terzi Baba’ya,
yükseltti Tasavvufta, Çok Yüksek Bir Noktaya.
değişti, Olgunlaştı, O Anda Birden Bire,
kavuştu Çok Kıymetli, Mânevî Nîmetlere.
abdullah-ı Mekkî’nin, Bir Himmetli Nazarı,
bir Anda Yükseklere, Çekti O Bahtiyârı.
birkaç Gün Daha Kalıp, Yanında, En Nihâyet,
verdi Terzi Baba’ya, O Gün Mutlak İcâzet.
o Günden Îtibâren, Girdi Başka Bir Hâle,
zîrâ O, Tasavvufta, Ermişti Tam Kemâle.
mânevî İlimlerin, Deryâsına Dalmıştı,
artık O, Büyük Âlim, Yüksek Velî Olmuştu.
her Konuştuğu Hikmet, İbretti Her Bakışı,
değişmişti Bir Anda, Onun Hayat Akışı.
insanlar Da Bu Hâli, Başladı Fark Etmeye,
gelmeye Başladılar, Ondan İstifadeye.
sohbetini Dinleyen, Kendinden Geçiyordu,
bu Dünyâdan Soğuyup, Hakk’a Yaklaşıyordu.
gelen Hayran Olurdu, Onun Yüksek Hâline,
zîrâ Nûr Saçıyordu, O Herkesin Kalbine.
ziyâretçi Sayısı, Gün Be Gün Artıyordu,
bâzıları Bu İşe, Mânâ Veremiyordu,
hakkında Dedi-kodu, Başladı En Nihâyet,
zîrâ Kötü İnsanlar, Eksik Değildi Elbet.
derlerdi: “bildiğimiz, Şu Câhil Terzi Baba,
halk Niçin Akın Akın, Ona Gider Acabâ?”
önce, Yalnız Câhiller, Söylerdi Böyle, Ancak,
sonra Okumuşlar Da, Etti Buna İştirak.
bâzı İlim Ehli De, Katılınca Onlara,
erzincan’ın Müftisi, Şöyle Dedi O Ara:
“imtihana Çekelim, Çağırarak Kendini,
cevap Veremeyince, O Da Bilsin Haddini.
deriz Ki: “terzi Baba, Habersizdir İlimden,
gitmesin Kimse Ona, Bu Günden Îtibâren”
dâvetiye Gönderdi, Sonra Terzi Baba’ya;
“filan Gün, Filan Sâat, Lütfen Gelin Buraya!”
o İmtihan Günü De, Gelmiş İdi Nihâyet,
terzi Baba Dâvete, Etti O Gün İcâbet.
gördü Ki Erzincan’da, Ne Kadar Hoca, Hâfız,
kim Varsa Din Adamı, Müezzin, İmâm, Vâiz.
toplanmışlar Bir Yere, Bu Zevâtın Cümlesi,
teşekkül Ettirmişler, Bir İmtihan Meclisi.
içeri Girer Girmez, Sual Etti Müftîye:
“beni, Ne Maksat İle, Dâvet Ettiniz?” Diye.
dedi: “seni Buraya, Çağırdık İmtihana,
bâzı Dînî Suâller, Soracağız Biz Sana.”
sordu Terzi Baba’ya, Fıkıhtan Birkaç Suâl,
lâkin O, Doyurucu, Cevaplar Verdi Derhâl.
gâyeleri Zor Sorup, Susturmaktı Kendini.
o İse Cevap Verip, Mahcup Etti Hepsini.
son Olarak Sordu Ki: “peki Ey Terzi Baba!
sıfât-ı Sübûtiyye, Kaç Tanedir Acaba?”
buyurdu Ki: “sekizdir, Sıfât-ı Sübûtiyye,
ve Lâkin Size Göre, Sanki İnmiş Yediye.
hayat, İlim, İrâdet, Kelâm, Tekvîn, Sem’, Basar
sıfat-ı Sübûtiyye, Size Göre Bu Kadar.”
şaşırdı Müfti Birden, Dedi: “ey Terzi Baba!
ne Demek İstiyorsun, Bu Sözünle Acaba?”
buyurdu Ki: “ey Müftî, Sözüm Açıktır Gâyet,
sıfât-ı Sübûtiyye, Sekizdir Hepsi Elbet,
lâkin Bu, Erzincan’da, Sanki İnmiş Yediye
yok Mudur Size Göre, Kudret-i İlâhiyye?
mâlesef Erzincan’da, Yaşayan Bu Ahâli,
inkâr Mı Ederler Ki, Kudret-i İlâhîyi.
allah'ın Kudretine, İnansalardı Eğer,
bu Dedi-kodulara, Vermezlerdi Bir Değer.
derlerdi Ki, “bu Terzi, Ümmîdir Gerçi, Fakat,
onu Âlim Yapmaya, Kâdirdir Cenâb-ı Hak.
zîrâ Her An, Her Şeye, Kâdirdir Hak Teâlâ,
bir Ümmîyi, Bir Anda, Yapabilir Evliyâ.”
böyle Bilseler İdi, Allahü Teâlâyı,
imtihan Etmezlerdi, Şimdi Terzi Baba’yı.”
mahcup Oldu Bu Sefer, Müftî İle O Hey’et,
dediler Ki: “siz Büyük, Bir Velîsiniz Elbet.”
ellerine Kapanıp, Özürler Dilediler,
“bilmeden Sizi Üzdük, Bizi Affet” Dediler.
o, Erzincan Halkını, Yıllarca Etti Tenvîr,
kararmış Gönüllere, Verdi Çok Feyiz Ve Nûr
bin Sekiz Yüz Kırk Yedi, Yılında Bu Velî Zât,
yine Bu Memlekette, Eyledi Hakk’a Vuslat.
hayattayken Feyz Ve Nûr, Saçıyorken Kalbinden,
şimdi Aynı Feyzleri, Saçmaktadır Kabrinden.
erzincan Halkı Onun, Kıymetini Bilirler,
onu Her Vesîleyle, Ziyârete Giderler.
zîrâ O, O Beldenin, Feyz Ve Bereketidir,
onun Vesîlesiyle, Çok Murâda Erilir.
erzincan, Onun İle, Olmaktadır Erzincan,
zîrâ Onunla Gelir, Bu Beldeye Rûh Ve Can.
yâ Rab, Terzi Baba’nın, Hatır Ve Hürmetine,
rahmet Eyle Bizlere Ve Hemşehrilerine.
1) Sefînet-ül-evliyâ; C.2, S.183
2) Osmanlı Müellifleri; C.1, S.50
3) Esmâ-ül-müellifîn; C.1, S.643
4) Miftâh-ul-kenz; S.1325
5) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (50. Baskı) S.1131
6) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.18, S.260
7) Hâtırât-ı Aşçı İbrâhim Efendi; (üniversite Kütüphânesi T.y. No: 78)