evliyânın Büyüklerinden. İsmi, Yûsuf Bin Yâkûb Hemedânî Olup, Künyesi Ebû Yâkûb’dur. İmâm-ı A’zam Hazretlerinin Neslindendir. İnsanları Hakk'a Dâvet Eden, Onlara Doğru Yolu Gösterip, Hakîkî Saâdete Kavuşturan Ve Kendilerine “silsile-i Aliyye” Denilen Büyük Âlim Ve Velîlerin Sekizincisidir. 1048 (h.440) Senesinde Hemedan’da Doğdu. 1140 (h.535) De Herat’tan Merv’e Giderken Yolda Vefât Etti.
on Sekiz Yaşında Bağdat’a Gelip, Fıkıh İlmini Ebû İshâk-i Şîrâzî’den Öğrendi. Yaşı Küçük Olmasına Rağmen, Ebû İshâk Kendisine Husûsî İhtimâm Gösterirdi. Bunun Ve Diğer Fıkıh Âlimlerinin Derslerine Devâm Etmekle, Hanefî Mezhebinde Fıkıh Ve Münâzara Âlimi Oldu. İsfehan Ve Semerkand’da, Zamanın Meşhûr Hadîs Âlimlerinden Hadîs İlmini Öğrendi. Tasavvufu Ebû Ali Fârmedî Hazretlerinden Öğrenip, Onun Sohbetinde Yetişerek Kemâle Ulaştı. Abdullah-i Cüveynî, Hasan Simnânî Ve Birçok Büyük Zât İle Görüşüp, Sohbet Etti. Kendilerinden İlim Öğrendi. Yaya Olarak Otuz Yedi Hac Yaptı. Kur’ân-ı Kerîmi Sayısız Hatmetti. Gece Namazlarında Her Rekatte Bir Cüz Okurdu. Tefsir, Hadîs, Kelâm Ve Fıkıh İlminden Yedi Yüz Cüz Ezberindeydi. İki Yüz On Üç Mürşîd-i Kâmilden İstifâde Etti. Yedi Bin Kâfirin Îmâna Gelmesine Sebeb Oldu. Hızır Aleyhisselâm İle Çok Sohbet Etti.
altmış Yıldan Fazla, İnsanlara Doğru Yolu Göstermekle Meşgûl Oldu. Yüzlerce Talebe Ondan Ders Aldı. Abdullah-i Berkî, Hasan-ı Endâkî, Ahmed Yesevî Ve Abdülhâlık-ı Goncdüvânî Gibi Büyük Velîler Yetiştirdi. Bunlardan Ahmed Yesevî, Türkistan Tarafına Göç Edip, İnsanları İrşâd Ederek Büyük Hizmetler Yaptı. Yûsuf-i Hemedânî, Bütün Dostlarına, Talebesi Abdülhâlık-ı Goncdüvânî’ye Tâbi Olmalarını Söyledi. Kendisinden Sonra, Bu Talebesi İnsanlara Doğru Yolu Gösterdi.
yûsuf-ı Hemedânî, Önce Merv Şehrinde Bir Müddet Kalıp Herat’a Gitti Ve Uzun Zaman Kaldı. Sonra, Tekrar Merv’e Gelip Bir Müddet Daha Kaldıktan Sonra Herat’a Döndü. Herat’tan Merv’e Yolculuğu Sırasında Vefât Etti. Kabri Merv Şehrinde Olup, Ziyâret Edilmektedir.
yûsuf-i Hemedânî, İmâm-ı A'zama Pekçok Bağlıydı. ırak, Horasan, Mâverâünnehr Bölgelerinin Muhtelif Şehirlerinde Bulunarak, Halka Saâdet Yolunu Anlatmak İle Meşgûl Olmuştur. İlmi, Fazîleti Ve Kerâmetleriyle İslâm Dünyâsında Tanınıp, Çok Sevilmiştir.
hakîkî İslâm Âlimlerinden Ve Evliyânın Büyüklerinden Olan Yûsuf-i Hemedânî Orta Boylu, Buğday Benizli, Kumral Sakallı, Zayıf Bir Zât İdi. Eline Ne Geçerse Muhtaçlara Verir, Kimseden Bir Şey İstemezdi. Herkese Karşı Çok İltifât Eder, Yumuşak Ve Merhametli Davranırdı. Yolda Yürürken Bile Kur’ân-ı Kerîm Okumakla Meşgûldü. Hoş-dû Denilen Yerden, Câmiye Gelinceye Kadar Bir Hatim Okur, Mescid Kapısından, Hasan Endâkî Ve Ahmed-i Yesevî Hânesine Varıncaya Kadar Bekara Sûresini Okurdu. Geri Dönerken Âl-i İmrân Sûresini Bitirirdi. Arada Bir Yüzünü Hemedân’a Çevirir Ve Çok Ağlardı. Selmân-ı Fârisî Hazretlerinin Âsâsı İle Sarığı Kendisindeydi. Her Ay Başında, Semerkand Âlimlerini Çağırarak Onlarla Sohbet Ederdi. Bir Taraftan Köylülere Ve Yanına Gelen Herkese Doğru Din Bilgilerini Öğretmeye Çalışır, İnsanlarla Uğraşmaktan, Onları Yetiştirmek İçin Çalışmaktan Hiç Sıkılmazdı. Diğer Taraftan, Ağrılara Ve Yaralara İlâç Yaparak Herkesin Derdine Devâ Bulmaya Çalışırdı. Böylece, Maddî Ve Mânevî Hastalıkların Tabîbi, Mütehassısı Olduğunu İsbât Ederdi.
talebelerine Ve Kendisini Sevenlere Dâimâ Peygamber Efendimizin Ve Eshâb-ı Kirâmın Yolunda Gitmelerini Tavsiye Ederdi. Kalbi, Bütün Mahlûkât İçin Derin Bir Sevgi İle Doluydu. Gayr-i Müslimlerin Evlerine Giderek, Onlara İslâmiyeti Anlatırdı. Her Şeye Sabır Ve Tahammül Eder, Herkese Karşı Muhabbet Gösterirdi. Altın Ve Gümüş Eşyâ Kullanılmasına Müsâde Etmez, Fakirlere Zenginlerden Daha Fazla Îtibâr Ederdi. Zühd Sâhibi İdi. Dünyâya Ehemmiyet Ve Kıymet Vermezdi. Odasında Hasır, Keçe, İbrik, İki Yastık Ve Bir Tencereden Başka Bir Şey Bulunmazdı. Talebelerine, Dört Büyük Halîfenin Menkıbe Ve Fazîletlerinden Bahseder, Onlar Gibi Ahlâklanmalarını Nasîhat Ederdi.
bir Gün, Hemedân’dan Bir Kadın, Ağlayarak Yûsuf-i Hemedânî’nin Huzûruna Geldi Ve Dedi Ki: “oğlumu Bizanslılar Esir Etmişler.” Kadına; “sabredin” Buyurdu. Kadın; “sabredecek Hâlim Kalmadı.” Dedi. Bunun Üzerine Yûsuf-i Hemedânî Hazretleri; “yâ Rabbî, Bu Kadının Oğlunu Esirlikten Kurtar. Üzüntüsünü Neşeye Çevir!” Diye Duâ Etti. Kadın Dönünce Oğlunu Evde Buldu. Hayret Etti. Oğluna; “anlat Evlâdım! Buraya Nasıl Geldin?” Dedi. Oğlu; “biraz Evvel İstanbul’daydım. Ayaklarım Bağlı Olup, Başımda Muhâfız Vardı. Âniden Bir Kimse Geldi. Beni Kaptığı Gibi, Bir Anda Buraya Getirdi.” Dedi.
yûsuf-i Hemedânî’ye, İslâm Âlimlerinin Ve Kıymetli Rehberlerin Azalıp Yok Olduğu Zaman Ne Yapmak Lâzım? Denildiğinde; “o Zaman, Her Gün O Büyüklerin Yazdığı Kitaplardan Bir Miktar Okuyunuz.” Buyurdu.
sayısız Kerâmetlerin Ve Fazîletlerin Kendisinde Toplandığı Veliyyi Kâmil Bir Zât İdi. Kerâmetlerinin En Büyüklerinden Birisi; Allahü Teâlâyı Tanımak Yolunda Çok Yüksek Derece Ve Makamlar Sâhibi Olan, Abdülhâlık-ı Goncdüvânî Gibi Büyük Bir Velîyi Yetiştirmesidir.
yûsuf-i Hemedânî Hakkında Uygunsuz Şeyler Söyleyip, Onu Kötüleyen Bir Kimse Vardı. Bu Durum Yûsuf-i Hemedânî Hazretlerine İntikâl Edince, Üzüldü Ve Yakında Cezâsını Görür Buyurdu. Birkaç Gün İçinde O Kimse, Eşkıyâlar Tarafından Öldürüldü.
bir Defâ Yûsuf-i Hemedânî İnsanlara Vâz Ederken İki Kimse Gelip, “sus! Yanlış Şeyler Söylüyorsun” Dediler. “asıl Siz Susunuz. Size Diri Denmez!” Buyurdu. O Anda, O İki Kişi Orada Ölüverdiler.
necîbüddîn Şîrâzî İsimli Bir Zât Şöyle Anlatıyor: Bir Zamanlar Velîlerin Sözlerinden Birkaç Parça Elime Geçmişti. Mütâlaa Ettim. Bana Gâyet Hoş Geldi. Bu Sözü Araştırdım. Kimin Sözüdür, Bundan Başka Eserleri Var Mıdır, Bu Zâtı Bulayım Da, Önüne Diz Çökeyim Dedim. Bir Gece Rüyâda, Heybetli, Vekarlı, Ak Sakallı, Pek Nûrânî Bir Zâtın Evimize Girdiğini Gördüm. Hemen Abdesthâneye Gitti. Abdest Alacaktı. Beyaz Bir Kaftan Giymişti. Kaftanın Üzerinde İri Hatla, Altın Suyu İle, Âyet-el-kürsî Baştan Ayağa Kadar Yazılmıştı. Ben Onun Arkasından Gittim. Kaftanı Çıkarıp Bana Verdi. Bu Kaftanın Altında Ondan Daha Göz Kamaştırıcı Bir Yeşil Kaftan Daha Vardı. Bunda Da, Önceki Gibi Aynı Hatla, Altın Yazıyla Âyet-el-kürsî Yazılmıştı. Onu Da Bana Verdi. “ben Abdest Alıncaya Kadar Bunları Tut!” Buyurdu. Abdest Aldı Ve; “bu İki Kaftandan Hangisini İstersen Sana Vereyim.” Buyurdu. Hangisini Verirseniz, Bence Sevgilidir Dedim. Yeşil Kaftanı Bana Giydirdi. Beyazı Da Kendisi Giydi. Sonra: “beni Bilir Misin? Ben, O Okuduğun Parçaların Müsannifiyim. Sen Onu Arzuluyordun... Ben Ebû Yâkûb Yûsuf-i Hemedânî'yim. Ona, Yâni O Okuduğun Yazılara Zînet-ül-hayât Adını Verdim. Ayrıca Menâzil-üs-sâlikîn Ve Menâzil-üs-sâyirîn Gibi Sevilen Eserlerim De Vardır.” Buyurdu. Uyanınca Çok Sevindim. Ona Olan Muhabbetim Çok Arttı.
ibn-i Hacer-i Mekkî Hazretlerinin Fetâvâ-i Hadîsiyye İsimli Eserinde Anlatıldığına Göre, Ebû Saîd Abdullah, İbn-üs-sakkâ Ve Seyyid Abdülkâdir-i Geylânî İlim Öğrenmek İçin Bağdat’a Geldiler. Abdülkâdir-i Geylânî Hazretleri O Zaman Çok Gençti. Hâce Yûsuf-i Hemedânî Hazretlerinin, Nizâmiyye Medresesinde Vâz Ettiğini Duymuşlardı. Bunlar, Onu Ziyâret Etmeye Karar Verdiler. İbn-üs-sakkâ; “ona Bir Soru Soracağım Ki Cevâbını Veremeyecek.” Dedi. Ebû Saîd Abdullah; “ben De Bir Soru Soracağım. Bakalım Cevap Verebilecek Mi?” Dedi. Küçük Yaşına Rağmen Büyük Bir Edeb Timsâli Olan Abdülkâdir-i Geylânî De “allah Korusun. Ben Nasıl Soru Sorarım. Sâdece Huzûrunda Beklerim, Onu Görmekle Şereflenir, Bereketlenirim” Dedi. Nihâyet Yûsuf-i Hemedânî Hazretlerinin Bulunduğu Yere Vardılar. O Anda Orada Yoktu. Bir Saat Kadar Sonra Geldi. İbn-üs-sakkâ’ya Dönerek; “yazıklar Olsun Sana, Ey İbn-üs-sakkâ! Demek Bana, Cevâbını Bilemeyeceğim Suâl Soracaksın Ha! Senin Sormak İstediğin Suâl Şudur. Cevâbı Da Şöyledir. Ben Görüyorum Ki, Senden Küfür Kokusu Geliyor.” Buyurdu. Sonra Ebû Saîd Abdullah’a Dönerek; “sen De Bana Bir Suâl Soracaksın Ve Bakacaksın Ki, Ben O Suâlin Cevâbını Nasıl Vereceğim. Senin Sormaya Niyet Ettiğin Suâl Şudur Ve Cevâbı Da Şöyledir. Fakat Sen De Edebe Riâyet Etmediğin İçin, Ömrün Hüzün İle Geçecek.” Buyurdu. Sonra Abdülkâdir-i Geylânî’ye Döndü. Ona Yaklaştı Ve; “ey Abdülkâdir! Bu Edebinin Güzelliği İle, Allahü Teâlâyı Ve Resûlünü Râzı Ettin. Ben Senin Bağdat’ta Bir Kürsîde Oturduğunu, Çok Yüksek Bilgiler Anlattığını Ve; “benim Ayağım, Bütün Evliyânın Boyunları Üzerindedir.” Dediğini Sanki Görüyor Gibiyim Ve Ben, Yine Senin Vaktindeki Bütün Evliyâyı, Senin Onlara Olan Yüksekliğin Karşısında Boyunlarını Eğmiş Hâlde Olduklarını Görüyor Gibiyim.” Buyurdu Ve Sonra Gözden Kayboldu. Kendisini Bir Daha Göremediler.
aradan Uzun Seneler Geçti. Hakîkaten Abdülkâdir-i Geylânî Yetişti. Zamânında Bulunan Evliyânın En Üstünü, Baş Tâcı Oldu. Öyle Yüksek Derece Ve Makamlara Kavuştu Ki, İnsanlardan Ve Yüksek Zâtlardan Herkes Gelerek, Mübârek Sohbetlerinden İstifâde Ederlerdi. Bir Gün Yüksek Bir Kürsîde Oturuyor Vâz Ediyordu. Buyurdu Ki: “benim Ayağım, Bütün Evliyânın Boyunları Üzerindedir.” Zamânında Bulunan Bütün Evliyâ, Onun Kendilerinden Çok Yüksek Olduğunu Bilirler Ve Üstünlüğü Karşısında Boyunları Eğri Olurdu. Bunlar Meydana Çıktıkça, Hâce Yûsuf-i Hemedânî Hazretlerinin Senelerce Önce Kerâmet Olarak Haber Verdiği Hâller Anlaşılıyordu.
ibn-üs-sakkâ’ya Gelince, O Yûsuf-i Hemedânî İle Aralarında Geçen O Hâdiseden Sonra, Şer'î İlimlerle Meşgûl Oldu. Çok Güzel Konuşurdu. Şöhreti Zamânın Sultânına Ulaştı. O Da Bunu Elçi Olarak Bizans’a Gönderdi. Hıristiyanlar Buna Çok Alâka Gösterdiler. Nihâyet, Onların Yalanlarına Aldanarak Hıristiyan Oldu. Bu Hâdiseyi Anlatan Zât Diyor Ki: “bir Gün Onu Gördüm. Hastaydı. Ölmek Üzereydi. Ben Yüzünü Kıbleye Döndürdüm. O Başka Tarafa Çevirdi. Tekrar Kıbleye Döndürdüm. O Tekrar Başka Tarafa Çevirdi Ve Böylece Öldü.”
ebû Saîd Abdullah Da Diyor Ki: “ben Şam’a Geldim. Bâzı Vazifelerde Bulundum. Çeşitli Sıkıntılar İle Hayâtım Geçti. Yûsuf-i Hemedânî Hazretlerinin, Her Üçümüz Hakkında Da Söylediği Aynen Meydana Geldi.”
el-meşrevü’r-revî Kitâbının Sâhibi Olan Cemâleddîn Muhammed Bin Ebî Bekr El-hadramî Eş-şafiî Buyuruyor Ki: “bu Menkıbe, Rivâyet Edenlerin Çokluğu Sebebiyle Lafızları Değişik Olsa Bile, Mânâ Yönünden Tevâtür Hâlini Almış Bir Menkıbedir. Allahü Teâlânın Evliyâsını İnkâr Etmeye Cüret Edenler, Neûzü Billâh, İbn-üs-sakkâ’nın Durumuna Düşmekten Çok Korkmalıdır. İlminin Ve Amelinin Çok Olmasına Rağmen, İbn-üs-sakkâ’nın, Sonunda Böyle Sonsuz Bir Felâkete Düşmesinin Sebebinin, Evliyâ Hakkında Edebsizlik Yapması Olduğu Behcet-ül-musannife’de Abdülkâdir-i Geylânî Hazretlerinin Menkıbeleri Anlatılırken Zikredilmektedir.
1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (49. Baskı); S.1164
2) El-a’lâm; C.8, S.220
3) Şezerât Üz-zeheb; C.4, S.110
4) Câmiu Kerâmât-il-evliyâ; C.2, S.289
5) Tabakât-ül-kübrâ; C.1, S.135
6) Hadâik-ul-verdiyye; S.106
7) Reşahât (arabî); S.14
8) Reşahât (osmanlıca); S.17
9) Kalâid-ül-cevâhir; S.110
10) Hadîkat-ül-evliyâ; S.14
11) İrgâm-ül-merîd; S.48
12) Behcet-üs-seniyye; S.11
13) Rehber Ansiklopedisi; C.18, S.232
14) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.7, S.367
15) Makâmât-ı Yûsuf Hemedânî; Süleymâniye Kütüphânesi, İbrâhim Efendi Kısmı, No: 430