Bir gün Emir Buhari, bazı talebesiyle,
Bir yere giderlerdi, ziyaret gayesiyle.
Az sonra, namaz vakti gelmiş idi ki, ancak,
Su yoktu o mahalde durup abdest alacak.
Emir’in bir elinde asası vardı o an.
Onu yere vurunca, su fışkırdı oradan.
Talebeler sevinip, içip ferahladılar.
Sonra abdest alarak, namazları kıldılar.
Bir gün de Emir Sultan, abdest alıyor iken,
Yanına, bir talebe gelip durdu şehirden.
Nereden geldiğini sordu Emir Buhari.
Şehirden geldiğini arz edince o dahi,
Sordu ki: (Bizim için, halk neler söylüyorlar?)
Arz etti ki: (Kimyaya maliktir o diyorlar.)
Buyurdu: (Çok mu merak eyledin bu hususu.
Yani kimya odur ki, altın olur akan su.)
O böyle söyleyince, kolundan akan sular,
Henüz yere düşmeden, hemen (altın) oldular.
O zaman buyurdu ki: (Bu kelamımız fakat,
Hikaye için idi, değildi arzu, murat.)
Böyle buyurunca da, su oldu yine altın.
Emir’e bağlılığı fazlalaştı o zatın.
Yine bir tüccar vardı, Hoca Abdullah diye.
Bir gün Emir Sultan’a sarık etti hediye.
Teşekkür eyleyerek Emir de o tüccara,
Ona, kendi cebinden bir miktar verdi para.
Tüccar, Emir Sultan’dan o parayı aldı ve,
Ellerini öperek, ayrılıp gitti eve.
Çarşıdan geçiyorken, gördü ki bir aralık,
Bir elmas satılıyor, toplanmış kalabalık.
Merakla fiyatını gidip sual etti hem.
Sahibi, cevabında dedi: (Otuzbin dirhem.)
O elması almayı çok istemişti, fakat,
Parası olmayınca, etmedi pek iltifat.
İşitti o esnada gaibden bir nidayı.
Diyordu ki: (Say hele cebindeki parayı.)
Sayınca, çok şaşırıp hayret etti o demde.
Zira fazla çıkmıştı otuzbin dirhemden de.
Sevinip, o elması alıp eve giderken,
Bir yahudi tüccarı yanına geldi hemen.
O elmasa baktı ve dedi: (Bunu bana sat.
Tam yüzotuzbin dirhem, senin olsun şu saat.)
Elması ona satıp, düşündü ki hem dahi:
Bu iş, Emir Sultan’ın kerameti Vallahi.
Tam aşıkı olarak bu evliya kişinin,
Gayet büyük bir dergah yaptırdı onun için.