Bu büyük zat, Masum-u Faruki’nin oğludur.
İmam-ı Rabbani’nin sevgili torunudur.
Bu çocuk doğduğunda, babası, dedesiyle,
Ecmir’de bulunurdu, ilim vesilesiyle.
Serhend'e dönerlerken duydular bu haberi.
Çok sevinip, o anda sürur doldu kalpleri.
Dedesi oluyordu, İmam-ı Rabbani de.
Önce çocuğu sordu, Serhend'e geldiğinde.
Yüzünü görür görmez, dedi: (Elhamdülillah.
Esselamü aleyküm, ya molla Sıbgatullah!)
Dedesinin mübarek lisanıyla, o gece,
(Sıbgatullah) adını almış oldu böylece.
Sevgili torununa eğilip sonra hemen,
Müjdeler fısıldadı, kulağına gönülden.
Henüz alışmamışken dili süt emmesine,
Alıştı dedesinin, o mübarek sesine.
Muhammed Sıbgatullah, henüz beş aylık iken,
Ağır bir hastalığa, yakalanmıştı birden.
Ona çare bulmaktan aciz kaldı tabipler.
Ve hatta, (Bugün yarın vefat eder) dediler.
Hastalığın şiddeti, arttı her gün begayet.
Nabzı da, hissedilmez olmuştu en nihayet.
Anasıyla babası, ölecek zannettiler.
Hatta cenaze için, hazırlığa girdiler.
Lakin o gün, İmam-ı Rabbani hazretleri,
O eve teşrif edip, giriverdi içeri.
Eliyle torununun yüzüne dokunarak,
Buyurdu ki: (Ey oğlum, üzme bizi, haydi kalk!
Yetişir bu kadar naz annen ile babana.
Yeter bunca üzüntü, aç gözünü, bak bana.
Sen kalk ki, annen baban birazcık sevinsinler.
Şöyle huzur içinde, biraz yemek yesinler.)
Ölüm derecesinde olduğu halde bile,
Açtı hemen gözünü, onun bu sözleriyle.
Hareketler eyledi, hem dahi ağlayarak,
Ve şifaya kavuştu, bir anda tam olarak.
Babasına dönerek, buyurdu ki o zaman:
(Yaşamak ümidini, kesmişti herkes bundan.
Ben, kalben görürüm ki, Allah'ın izni ile,
Saçları, sakalları ağarmış tamamiyle.
İlim ve tasavvufta, yetişip kemal bulmuş.
Ve binlerce talebe, huzurunda oturmuş.
Nurundan istifade ediyor çok insanlar.
Allah'ın izni ile, olacak hepsi bunlar.)
İmam-ı Rabbani’nin sözleri, hakikaten,
Seneler sonrasında, vukua geldi aynen.
İnsanlar bilmese de ileriki işleri,
Hak teâlâ, onlara bildirir çok şeyleri.
Çünkü onlar, Allah'ın çok sevdiği kullardır.
Onların, böyle üstün kerametleri vardır.)