büyük Velîlerden. İsmi Ahmed Bin Mustafa, Künyesi Ziyâeddîn Olup, Gümüşhânevî Diye Meşhûrdur. Babası Emirler Sülâlesinden Mustafa Efendidir. 1813 (h.1228) Târihinde Gümüşhâne'nin Emirler Mahallesinde Doğdu. 1893 (h.1311) Târihinde İstanbul’da Vefât Etti. Kabr-i Şerîfi, Süleymâniye Câmii Avlusunda Kânûnî Sultan Süleymân Han Türbesinin Kıble Tarafında Olup Ziyâret Mahallidir.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Küçük Yaşta İlim Tahsîline Başladi. Beş Yaşinda Kur’ân-i Kerîmi Hatmetti. Sekiz Yaşinda delâil-i Hayrât, Hizb-i A’zam ve kasâid’i Okuyup Bitirdi. Şeyh Sâlim, Şeyh Ömer El-ba?dâdî, Şeyh Ali El-vefâî Ve Şeyh Ali Gibi Âlimlerden Ders Aldı. Hayâtının İlk On Senesini Gümüşhâne’de Geçirdikten Sonra Âilesiyle Birlikte Trabzon’a Göç Etti. Orada Bir Taraftan İlim Tahsîliyle Meşgûl Olurken, Bir Taraftan Da Ticâretle Uğraşan Babasına Yardım Etti. Laz Hoca Adıyla Tanınan Şeyh Osman Efendi Ve Şeyh Hâlid Saîdî Gibi O Belde Âlimlerinden Sarf, Nahiv Ve Fıkıh Dersleri Okudu.
babası Mustafa Efendi, Diğer Oğlunun Askerde Olması Sebebiyle Yardımına Muhtac Olduğu Ziyâeddîn Efendiyi Bir Gün Yanına Çağırıp; “oğlum! İlmin, Mâsivâdan Yâni Allahü Teâlâdan Başka Her Şeyden Daha Üstün Ve Alış Verişten Daha Lüzumlu Olduğunu Bilirim. Fakat, Senin Yaşın Küçük. Bu Zamâna Kadar Öğrendiklerin Sana Şimdilik Yeter. Ben Seni İlim Öğrenme Yolundan Alıkoymak İstemem. Ancak Askere Giden Ağabeyin Dönünceye Kadar Sabret. O Zaman Seni İlim Ve İrfân Merkezi Olan İstanbul’a Gönderirim. Hiç Olmazsa Şimdilik Bana İşlerimde Yardımcı Ol.” Dedi. Onun İlim Ve Ticâret Yükü Altında Ezilmesinden Korkmuştu. Ziyâeddîn Efendi Babasının Sözüne “peki” Dedi. Bir Taraftan Ticâretle Meşgûl Olurken, İlimle Uğraşmaktan Da Geri Durmadı. Ağabeyinin Askerden Dönmesini Sabırsızlıkla Beklerken Kendi Ördüğü Para Keselerini Satarak Helâl Lokma İle İlim Tahsîli İçin Para Biriktirmeye Başladı. On Beş Yaşlarındayken Amcası İle Birlikte Ticâret İçin İstanbul’a Gitti.
ziyâeddîn Efendi İstanbul'dayken Ağabeyinin Askerden Döndüğünü Haber Aldı. Bunun Üzerine İstanbul’da Kalmaya Niyet Etti. Babası İçin Lüzumlu Şeyleri Satın Aldı Ve Onları Amcasına Teslim Etti. Sonra Da Amcasına Trabzon’a Dönmek İstemeyip İstanbul’da İlim Ve İrfân Yoluna Girmek İstediğini Şöyle İfâde Etti: “muhterem Amcacığım! Ben Şu Anda İlim Ve İrfân Beldesi İstanbul’dayım. Bu Sebeple Târifi İmkânsız Bir Sevinç İçindeyim. Artık Memleketime Dönmek İstemiyorum. Ağabeyim Askerden Dönmüş. Artık Babam Yalnızlıktan Kurtuldu Ve Kendisine Yardımcı Buldu. Ben Burada Kalıp İlmimi Tamamlamak İstiyorum. Mâzeretimi Kabûl Edeceğinizi Umarım. Sakın Bana İncinip Gücenmeyiniz. İleride Lâzım Olur Düşüncesiyle Kendi Ellerimle Örerek Sattığım Para Keselerinden Birkaç Kuruş Biriktirmiştim. Bunlardan Kendime Bir Şey Ayırmadan Size Vererek Babama Gönderiyorum. Yardımcı Ve Dost Olarak Bana Allahü Teâlâ Yeter. Üzerimde Hakkı Olan Yakınlarımın Haklarını Helâl Edip, Duâlarında Unutmamaları En Büyük Arzumdur. Ben De Kapanacağım Odamda Sizleri Duâ Ve Hayırla Yâd Edeceğim.”
ziyâeddîn Efendi Bu Vedâlaşmadan Sonra Hiçbir Tanıdığı Olmadığı Ve Yanında Bir Harçlığı Bile Kalmadığı Halde Allahü Teâlâya Tam Bir Tevekkül Ve Teslimiyet İçinde İstanbul’da Kaldı.
ahmed Ziyâeddîn Efendi, İstanbul’a Gelişinin İlk Günlerinde Bir Rüyâ Gördü. Büyük Bir Câminin İçinde Cemâat Arasında Otururken Binânın Çevresinde Yangın Çıkıp, Ateş Her Tarafı Sardı. Cemâatin Canhıraş Feryatlarla Sağa Sola Koşuşarak Çıkış Yolu Aradığı Bir Sırada, Belki Bir Kurtuluş Yolu Bulurum Ümidiyle Gözlerini Kubbeye Doğru Kaldırınca, Tam Kubbenin Ortasında Aşağıya Sarkıtılmış Bir Zincir Gözüne İlişti. Hemen Zincire Yapışıp Göğe Doğru Yükselerek Bu Bâdireden Kurtuldu. Bu Rüyâdan Kısa Bir Müddet Sonra Ders Almak İçin Gittiği Süleymâniye Câmiine Girince, Rüyâda Gördüğü Mâbedin Burası Olduğunu Ve Kendisinin Mânevî Bir İşâretle Îkâz Edildiğini Anladı.
ziyâeddîn Efendi Sonra Bâyezîd Medresesine Gidip Talebe Oldu. Burada İlim, Hikmet, Fen Ve Ahlâk Bilgilerini Tahsîl Etti. Sonra Mahmûd Paşa Medresesine Giderek Orada Sol Sıradaki En Son Odaya Yerleşip Kendisini İlim Ve İbâdete Verdi. Medresedeki Üstün Başarısı Üzerine Zaman Zaman Hocalarına Vekâleten Onların İzniyle Arkadaşlarına Dersler Verdi.
ziyâeddîn Efendi, Mahmûd Paşa Medresesinden İcâzet Aldıktan Sonra Bâyezîd Medresesinde Müderrisliğe Başladı. Bir Taraftan Günden Güne Genişleyen Ders Halkasında İlim Öğretirken, Diğer Yandan İlmî Eserler Telif Ve Neşretmeye Başladı. Yirmi Beş Sene Geceleri Sabahlara Kadar Kitap Yazmakla Meşgûl Oldu. Zâhirî İlimlerde İcâzet, Diploma Verme Derecesine Ulaşmasına Rağmen Devamlı Tasavvufî Yönden Mânevî İlimlerde İrşâd Edilme İhtiyâcını Hissetti. Bu Yüzden Yetişmiş Ve Yetiştirebilen Bir Mürşid-i Kâmil Aramaya Başladı. Bu Sıralarda Üsküdar’da Alaca Minâre Dergâhında İlim Ve İrfân Neşrine Başlayan Evliyânın Büyüklerinden Abdülfettâh-ı Akrî Hazretleriyle Bir Sohbet Meclisinde Tanıştı. Bu Mübârek Zât, Büyük Velî Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin Talebesiydi. İstanbul’un Üzerine Güneş Gibi Doğan Bu Mübârek Zât, Saçtığı Feyzlerle Gönülleri Fethediyordu. Herkese Açık Olan Bu İlim Ve İrfân Meclisine Ahmed Ziyâeddîn Efendi De Devâm Etmeye Başladı. Bir Gün Ziyâeddîn Efendi, Abdülfettâh-ı Akrî Hazretlerine Talebe Olmak Arzusunu Açıklayınca, Abdülfettâh Hazretleri Tebessüm Edip; “ileride Gelecek Olan Zât Buna İzinlidir. Binâenaleyh Onun Gelmesini Beklemek Münâsiptir.” Buyurdu. Kâmil, Olgun Bir Zât İçin Aradığı Bütün Özelliklerin Abdülfettâh Hazretlerinde Bulunduğuna İyice Kâni Olan Ziyâeddîn Efendi Ona Mutlaka Talebe Olmak, Mânevî Terbiyesine Girmek Arzusu İle Bir Gün Dergâhına Gitti. Orada Hiç Görmediği Fakat Yıllarca Berâber Bulunmuş Gibi Yakınlık Duyduğu Bir Zâtla Karşılaştı. Bu Zât Tebessüm Edip Kendisine; “ey Ahmed Ziyâeddîn! Sizin Mânevî Terbiyeniz Ezelde Bize Verilmiştir. Sırf Sizin İçin Tâ Şam’dan Anadolu’ya Geldim.” Dedi. Ziyâeddîn Efendi Şaşırıp Tanımadığı Bu Zâtın Kendisine İsmiyle Hitâb Etmesinden Hayretler İçinde Kaldı. Bu Zât, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin Önde Gelen Talebelerinden Trablusşam Müftüsü, Meşhûr Ahmed Bin Süleymân El-ervâdî Hazretleriydi. Ervâdî Hazretleri, Hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretlerinin Yıllar Öncesi Kendisine; “ey Dost, Nûrları İle Afrika, Buhârâ, Mısır, Mekke, Medîne, Hindistan Ve Uzakdoğu’nun Aydınlanacağı Zât İçin İstanbul’a Git, Onu Ara Bul. O Henüz Açılmamış Bir Vilâyet Goncasıdır. Her Ne Kadar İstanbul’a Birçok Talebemiz Gönderilmişse De, Onun Nasîbi Ezelde Sana Tevdî Ve Tensîb Edilmiştir. Onun İrşâdı İle Meşgûl Ol. Adın Onunla Daha Çok Duyulacak Ve Sen Onunla Daha Çok Bilineceksin. Zîrâ O, Bizden Sonra Yolumuzun Büyüğü Ve Yayıcısı Olacaktır.” Buyurarak Verdiği İşâretle İstanbul’a Gelmişti.
ziyâeddîn Efendi İle Ervâdî Hazretleri El Ele Tutuşup Abdülfettâh Hazretlerinin Huzûruna Girdiler. O Zaman Abdülfettâh Efendi; “ziyâeddîn, İşte Senin Hocan Budur. Derhal Ona İntisâb Et, Bağlan. Bizim Aramızda Ayrılık Gayrılık Yoktur. Biz Aynı Kaynaktan Feyz Alıyoruz. Aynı Fidanın İki Gülü Gibiyiz.” Buyurdu Ve Hemen Huzûrunda Yapılan Duâ İle Ziyâeddîn Efendi, Ervâdî Hazretlerinin Mânevî Terbiyesine Girdi.
ziyâeddîn Efendi, Hocası Ervâdî Hazretlerini, Mahmûd Paşa Medresesindeki Odasında Misâfir Etti. Burada Kırk Gün Halvette, Yalnız İbâdetle Meşgûl Oldu. Teveccüh Ve Bereketleri Görülmeye Başlandı. Ervâdî Hazretleri, Gümüşhânevî’nin Mahmûd Paşa Medresesindeki Derslerini De Tâkib Etti. Ervâdî Hazretleri Bir Gün Âniden Ortadan Kayboldu. Onun Ayrılığı Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretlerini Dalından Kopmuş Bir Gül Gibi Soldurdu. Teselliyi Abdülfettâh Efendinin Sohbetlerine Devâm Etmekte Buldu. Tam Bir Sene Süren Bu Ayrılıktan Sonra, Ervâdî Hazretleri Tekrar İstanbul’a Geldi. İki Seneye Yakın Bir Zaman Ayasofya Câmiinde Hadîs-i Şerîf İlmi Öğretti. Bu Arada Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretlerine, Nakşibendiyye, Kâdiriyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye, Çeştiyye, Hâlidiyye, Halvetiyye, Bedeviyye, Rıfâiyye Ve Şâziliyye Yolunda İcâzet, Diploma Verdi. Abdülfettâh Efendiyi De Gümüşhânevî’ye Sohbet Şeyhi Olarak Tavsiye Edip Memleketi Olan Trablusşam’a Geri Döndü.
ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri, Abdülfettâh Efendiyi Vefâtına Kadar Sohbet Şeyhi Kabûl Etti. Karşılıklı Ziyâretlerde Bulundular. Abdülfettâh-ı Akrî Hazretlerinin 1864 Yilinda Vefâtindan Sonra Ahmed Ziyâeddîn Efendi, İstanbul’da Hak Yolun Bilgilerini Anlatmaya Başladi. Haftalik Sohbetlerinde râmûzü’l-ehâdîs’i Şerh Edip Açikladi. levâmiü’l-ukûl adli Eseri, Bu Şerhlerin Bir Araya Toplanması İle Meydana Geldi.
ahmed Ziyâeddîn Efendi Hazretleri, Mahmûd Paşa Medresesindeki Odasında İlmî Eserler Telif Ve Tertîbi İle Vakit Geçirdi. Kendisine Gelenlere İlim Ve Edeb Neşrine Başladı. Talebeleri Gitgide Çoğalıp Medrese Odaları Almaz Olunca, Zamânın Hükûmet Binası Olan Bâb-ı Âlî’nin Tam Karşısındaki Fatma Sultan Câmiini Metrûk Halden Kurtararak Tâmir Ettirip, Sohbetler İçin Dergâh Hâline Getirdi. Bilâhare Câmi Civarlarına Hücreler İnşâ Edilerek Tam Bir Dergâh Hüviyeti Kazandırıldı. Fatma Sultan Câmii Bu Târihten Sonra Gümüşhâneli Dergâh-ı Şerîfi Adıyla Anılmaya Başladı.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri On Altı Yıl Talebelerine Mânevî İlimleri Öğretip Onları Yetiştirdi. Talebelerini Ve Sevdiklerini Haram Olan Alış Verişten Korumak İçin Osmanlı Devletinin İktisâdî Ve İçtimâî Târihinde Mevcûd Olan “avârız Sandıklarına” Benzer Dergâh İçi Bir Yardımlaşma Ve Ödünç Alma Müessesesi Kurdu. Talebelerine Ev Ve İş Yerlerinde İşe Yaramaz Ve Beklemekte Olan Menkul Servetlerini Dergâhta Toplamalarını Emretti. Muhtaç Talebelerinin Burada Biriken Paradan İhtiyaçları Kadar Mâlî Güçlerine Göre Ve Daha Sonra Ödemeleri Üzere Karz-ı Hasen Usûlü Üzere Borç Almalarını Sağladı. Neticede Sonraları Bir Araya Gelen Sermâye İle Bir Matbaa Bile Kuruldu. Neşredilen İlmî Eserler Bedelsiz Dağıtıldı. Böylece İlme Hizmet Edildi. İstanbul, Rize, Bayburt Ve Of’ta On Sekiz Bin Cilt Eser, Dört Ayrı Kütüphâne Kurularak Anadolu’da Kültür Merkezlerinin Meydana Getirilmesine Çalışıldı.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Güzel Ahlâk Ve Güzel Halleriyle Meşhûr Oldu. Dünyâ Malına Kıymet Vermezdi. Allahü Teâlâdan Korkusu Pekçoktu. Az Yemek, Az Uyumak Ve Az Konuşmak Âdet-i Şerîfesiydi. Peygamber Efendimizin Sünnetine Çok Bağlıydı. Talebesi Mustafa Fevzi Efendi Anlatır: “ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Yemekten Evvel Ve Sonra Tuza Banar, Misâfirsiz Sofraya Oturmak İstemezdi.”
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Lüzumsuz Sözlerden Hoşlanmaz Ve Boş Vakit Geçirmezdi. Çoğu Geceleri İlimle Meşgûl Olur, Sabah Namazından İşrak Vaktine Kadar Ve Yatsı Namazından Sonra Mecbûr Kalmadıkça Dünyâ Kelâmı Konuşmamaya Dikkat Ederdi. Yetmiş Bin Kelîme-i Tevhîd Okumayı Âdet Hâline Getirmişti. Yatacağı Zaman Mutlakâ Yâsîn Sûresini Okurdu. Kendisi Okuyamayacak Derecede İse, Birisine Okuturdu. Yatarken Ayak Uzatarak Uyumayı Edebe Aykırı Sayardı. Bir Defâsında Hasta Yatağında Baygın Bir Şekilde Ayakları Toplu Olarak Yatarken, Tedâvîsi İçin Gelen Doktor Tarafından Ayakları Uzatıldığında, Utancından Kıpkırmızı Kesilmiş Ve Gözlerini Hafifçe Açarak; “bir De Beni Rabbimin Huzûrunda Ayak Uzatma Suçu İle Başbaşa Bırakmayın!” Demiş Ve Ayaklarını Toplamıştır.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretlerinin Sohbetleri Çok Tatlı Olurdu. Zaman Zaman Sohbet Ve Derslerine Sultan Abdülmecîd, Sultan Abdülazîz Ve Sultan Abdülhamîd Han Devâm Etti. Bilhassa Sultan Abdülhamîd Han İle Aralarında Husûsî Sohbet Ve İstişâreler Olmuştur. Talebeleri Arasında Birçok Devlet Adamı Yetişmiştir.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Yaz Aylarında Bâzan Beykoz’daki Yûşâ Tepesi Adı Verilen Mevkiye Çadır Kurarak, Talebeleriyle Sohbet Ederlerdi. Birçok Kerâmeti Görüldü.
beykoz’da Kaldıkları Günlerden Bir Gün Huzûruna Bir Hıristiyan Geldi Ve Ona; “efendim! Gözlerim Sizin Gibisini Görmedi. Ne Zaman Sizi Görsem Kalbim Rahat Eder, Huzur Bulurum. Başka Yerde Bu Zevki Tadamıyorum. Bu Ne Haldir, Bu Ne Sırdır. Aklım Bir Türlü Almıyor.” Dedi Ve Sonra Da O Hıristiyan Hidâyet Nûruna Kavuşup Müslüman Oldu.
ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Beykoz Taraflarındayken Bir Gün Elinde Kemanla Serseri Serseri Dolaşan Birini Gördü. Fısk Ve Günah İçindeydi. Başını O Kişiden Yana Çevirdiler Ve Hizmetçisine; “git O Zavallıyı Çağır Buraya Gelsin.” Buyurdular. Bundan Sonrasını Hizmetçi Şöyle Anlatır: “o Çalgıcı Kişinin Yanına Vardım Ve Ona; “gel Seni Hocamız Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri İstiyor.” Dedim. Çalgıcı Gülmeye Başladı Ve Bana; “hocanız Beni Ne Yapacakmış?” Dedi. Ben De; “bilmiyorum. Seni Çağırmamı Söyledi.” Dedim. Berâberce Geldik. Ziyâeddîn Hazretleri Ona; “yaklaş!” Buyurup Kulağına Gizlice Bir Şeyler Fısıldadı. Bunun Üzerine Kemancı Titreyip Ağlamaya Başladı. Tövbeler Etti. Sonra Hocama Talebe Oldu. Dergâhta Yıllarca Sadâkatla Hizmet Etti. Güzel Hallere Kavuştu. Lâkin Ziyâeddîn Hazretlerinin Ona Gizlice Ne Söylediğini Kimse Anlayamamıştı.”
dergâhtaki Talebeler Bir Gün Tövbekâr Kemancıya; “kardeşim! Hayli Zamandır Gizler Durursun. Açıkla Bu Sırrı!” Dediler. Bunun Üzerine O Şöyle Anlattı: “önceleri Bir Zâtın Talebesiydim. Lâkin O Zâtın Etrâfındakiler Bozuk İnanışlı Kimselerdi. Hocamsa Îtikâdı Düzgün Temiz Birisiydi. Bid'atı Sevmez, Allahü Teâlâdan Korkardı. Vefât Edeceğinde Bana; “oğlum! Seni Allahü Teâlânın Sâlih Kullarına ısmarlıyorum. Âkıbetin İyi Olacak. Sakın Evliyâyı İnkâr Etme!” Buyurdu. Sonra Vefât Etti. Bunun Üzerine Ben Bozuk İnanışlı Kimselerden Ayrıldım. Birçok Yerler Dolaştım. Lâkin Nefsime Uyup Serseri Bir Hâle Düştüm. Çalgıcı Oldum. Cenâb-ı Hak Karşıma Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretlerini Çıkardı. Beni De Ona Yaklaştırdı. Gümüşhânevî Hazretleri O Gün Gizlice Kulağıma; “oğlum! Hocan Seni Bize ısmarladı. Artık Hak Yolu Bizden Öğrenirsin.” Buyurdu. Bu Sözü İşitince Hemen Hocamın Yıllar Önce Bana Söylediklerini Hatırladım Ve Talebesi Oldum. Allahü Teâlâya Şükürler Olsun Ki Kalb Gözüm Açıldı. Gönlüm Rabbimin Sevgisiyle Doldu. Yaptıklarıma Candan Pişmanlık Duydum. Şimdi Hak Yolu Buldum. Rabbim Bana Hidâyet Etti. Zîrâ Nefsim Beni Aldatmıştı. Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Merhamet Edip Beni Bu Zilletten Kurtardı.”
ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Bir Talebesinin Evine Misâfir Olmuştu. Bu Sırada Birisi Bir Sepet Tâze Üzüm Getirdi Ve Ev Sâhibine; “bunlar Kendi Mahsûlümdür Ve Helâldir. Kendi Ellerimle Topladım. Ziyâeddîn Efendi Hazretlerine Mahsus Bir Meyvedir.” Dedi. Ev Sâhibi Üzümleri Alıp Ziyâeddîn Hazretlerine İkrâm Etti. Ziyâeddîn Hazretleri Üzümleri Görünce; “bunlar Haramdır. Ben Böyle Üzümleri Yemem. Zîrâ Bunun Bağı Yetim Malıdır. Fidanlar Gasb Edilmiştir. Şu Üzümler Çalınmış Olduğunu Bana Haber Vermektedir.” Buyurdular. Orada Bulunanlar Buna Hayret Ettiler. Ev Sâhibi Daha Sonra O Üzümlere Helal Olan Üzümler Karıştırdı Ve İşâretledi. Yemekten Sonra Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretlerine Takdim Etti. Ziyâeddîn Hazretleri O Üzümlerden Sâdece Helal Olanları Yedi. Sonra Da; “allahü Teâlânın Yardımıyla Biz Haram Ve Helâli Biliriz. Haramlarda Zulmet, Karanlık Görürüz. Demek Sen Bizi İmtihan Edersin. Bu Şekilde Hareket Hatâdır. Tövbe Et De Allahü Teâlâ Seni Affetsin. Allah Adamlarına Gizliler Âşikâr Olur.” Buyurdular.
bir Gün Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretlerinin Yanına Çok Sevdiği Bir Talebesi Geldi. Huzûrunda Edeple Sohbetini Dinledi. O Esnâda Kalbinden; “iki Oğlum Var. Bunların Sâlih Kimseler Olmasını İstiyorum. Hocam Bir Duâ Etse.” Diye Geçirdi. Ziyâeddîn Hazretleri Onun Bu Arzusunu Anlayıp Ona Bir Mikdâr Yemiş Verdi Ve; “oğulların Bunları Yesin. İnşâallah Öyle Olur.” Buyurdular. Talebe Hayretler İçinde Kaldı Ve Verilen Yemişleri Evine Götürdü. İki Oğluna Yedirdi. Çocuklar Bunları Yedikten Sonra İyi Bir Hâle Gelip Sâlih Kimseler Olarak Yetiştiler.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretlerinin Ticâretle Uğraşan Bir Talebesi Bir Gece Başka Bir Beldeye Gitmek İçin Yola Çıktı. Yalnızlık, Karanlık Ve Gideceği Yerin Uzaklığı Onun İçin Büyük Tehlikeydi. Bir Müddet Yol Aldıktan Sonra Kendisini Bir Korku Kapladı. Bu Korku Gittikçe Arttı. Neredeyse Korkudan Aklı Gidecek Oldu. O An Aklına Hocası Ziyâeddîn Hazretleri Geldi. Gelmesiyle Birlikte Onu Önünde Beyaz Bir At Üzerinde Görüverdi. Hemen Süratlenip Ona Yetişti. Ziyâeddîn Hazretleri Talebeye Tebessüm Edip; “korkma Oğlum! Bize Tâbi Ol. Allahü Teâlânın İzniyle Biz Darda Kalanlara Yardım Ederiz. Biz Sana Yoldaş Olduk. Bizi Tâkib Et, Maksadına Ulaşırsın.” Buyurdular. O Talebe Atından İndi, Lâkin Ziyâeddîn Hazretlerini Göremedi. Tekrar Korkusu Çoğaldı. Hemen Atına Bindiğinde Ziyâeddîn Hazretlerini Gördü. Bu Hal Üç Defâ Tekrar Etti. Sonra Onu Tâkib Etti. Bir Hayli Mesâfe Gittiler. Sabah Olmuştu. Talebenin Korkusu Gitmiş, Gideceği Yere De Hocasının Rehberliğinde Varmıştı.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Bir Gün Çayırlık Bir Yerde Talebeleri İle Sohbet Ediyordu. O Sırada Oraya Erkekli Kadınlı Bir Grup Yahûdî Geldi. Berâberlerinde Getirdikleri Hasta Bir Kadını Ziyâeddîn Hazretlerinin Huzûruna Koydular. Sonra Da Bir Kenarda Şarkı Söylemeye Başladılar. Bunun Üzerine Ziyâeddîn Hazretleri Ayağa Kalkıp Oradan Uzaklaşmak İstedi. Yahûdî Topluluğu Onun Uzaklaşmak İstediğini Görünce Telaşlanıp; “bu Zât Acabâ Kime İncindi. Biz Onun İçin Şarkılar Söylüyoruz. Yanında Olmakla Bereketlenmek İstiyoruz. Ne Olur Gitmesin, Dursun Ricâmız Budur. Getirdiğimiz Şu Hastamıza Bir Duâ Ediversin. Biz Kendimizce Ona Hürmet Etmek İstemiştik. Onu Bu Hareketimizle Üzeceğimizi Bilmiyorduk. Ne Olur Bize Merhamet Edip Duâ Etse De Hastamız İyi Olsa.” Dediler. Talebeler Bu Arzularını Gidip Ziyâeddîn Hazretlerine Haber Verdiler. Ziyâeddîn Hazretleri Merhamet Edip Onların Bu Arzularını Kabûl Etti. Sonra Yahûdîler Teker Teker Yanına Yaklaştılar Ve Ziyâeddîn Hazretlerinin Ellerinden Öptüler. Hasta Da Yalvarmaya Başladı. Herkesi Bir Heybet Kapladı, Ağlayıp Titremeye Başladılar. Yahûdîler Bu Hal Karşısında Kelime-i Şehâdet Getirip Îmân Etmekle Şereflendiler. Hastaları Da Şifâ Buldu.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Mısır’da İken Bir Talebesi Ona Gelip Bir İş İçin Hıristiyanların Yaşadığı Bir Yere Gideceğini Söyledi Ve Nasîhat İstedi. Bunun Üzerine O; “git, Lâkin Allah’tan Kork Ve Dünyâya Meyletme. Sonra Küfür Alâmeti Olan Şeyleri Kullanma. Bir Müslüman Kâfirlere Benzemez.” Buyurdu. O Talebe Kâfirlerin Memleketine Gitti. Orada Hocasının Nasîhatlarını Unutup Hıristiyanlarla Haşır Neşir Oldu. Onların Âdet Ve İbâdetlerine Uydu. Dünyâya Meyletti. Sonra Geri Döndü Ve Ziyâeddîn Hazretlerini Ziyârete Geldi. Ziyâeddîn Hazretleri Onu Görünce; “özrün Bizce Kabûl Edilmez. Îmân Çerağını Sen Söndürdün. Dediklerimizi Tutmadın. Bizimle Olan Bağını Kopardın. Dînini Dünyâ İle Değiştin. Eyvah Sana! Şeytan Seni Kendine Köle Yaptı. Git Ağla. Yaş Döküp Allahü Teâlâya Yalvar. Başını Aç Ve Yüzünü Yerlere Sür.” Buyurdu Ve Artık Onunla Görüşmedi.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Kalpten Geçenleri Bilirdi. Dergâhta Hizmet Edenlerden Biri Bir Gün Kalbinden; “evlenseydim Mutlaka Birkaç Evlâdım Olurdu.” Diye Geçirdi. Ziyâeddîn Hazretleri Onu Görünce Tebessüm Ederek; “çocukların Büyüdüler Mi?” Diye Sordu. O Hizmetçi Mahcub Oldu Ve Bunun Üzerine Af Diledi Ve Sonra Kalbinden Geçenlere Dikkat Etmeye Başladı.
talebesi Anlatır: “bir Zaman Osmanlı Devleti Harbe Girmişti. O Zaman Ben İstanbul’daydım. Çoluk Çocuğum İse Sınırda Tehlike İle Karşı Karşıyaydı. Çok Kimseler Harp Korkusu İçinde Hicret Ediyordu. Ben De Hicret Etmek, Çoluk Çocuğumu Emin Bir Yere Nakletmek İstedim. Bu Sırada Yakınlarımdan Bir Mektup Geldi. Mektupta; “bu İşi İstişâre Et, Danış Ona Göre Hareket Et.” Deniyordu. O Sırada İstanbul’u Teşrif Eden Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretlerine Durumu Arz Ettim. Bunun Üzerine O; “mâdem Ki Sen Bizlere Danıştın O Halde Emrimizi Tutman Gerekir. Üzülme Düşmandan Evine Ve Yakınlarına Hiçbir Zarar Gelmeyecek. Hicret Etmenize Lüzum Yoktur.” Buyurdu. Bunun Üzerine Yakınlarıma Haber Gönderip Hicret Etmeye Lüzum Olmadığını Bildirdim Ve Ziyâeddîn Hazretlerinin Buyurduğu Sözü Tuttum. Hakîkaten Âilem Ve Yakınlarım Düşmandan Hiçbir Zarar Görmedi.
yine Bir Talebesi Anlatır: “bir Zaman Yağmurlar Yağmadı. Her Yer Kuraklıktan Kavruldu. Bu Sebeple Sebze, Meyve Yetişmedi. Çok Duâ Edildi Lâkin Kuraklık Bir Türlü Kalkmadı. Bu Sırada İnsanların Hatırına Ahmed Ziyâeddîn Hazretleri Geldi Ve Kalkıp Huzûruna Gittiler. Duâ Talebinde Bulunup İçinde Bulundukları Kuraklık Hâlinden Şikâyetlerini Dile Getirdiler. “efendim! Etrafta Zerrece Su Yok. Gökyüzünden Rahmet Bulutları Çekildi. Çeşmelerimiz Kurudu. Her Yeri Kuraklık Dehşeti Kapladı. Susuzluktan Hayvanlar Ve Küçük Çocuklar Yandılar. Ağaçlarımız Kurudu, Meyve Vermez Oldu. Ne Olur Himmet Edip Bir Duâ Buyursanız.” Dediler. Bunun Üzerine Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri; “söyleyin Ben Kime Duâ Edeyim. İnsanlar Nefisleri Peşinde Eğlenceye Dalmış Gaflette Yüzüyorlar. Kötülük Her Yeri Kaplamış, Fısk Günâh Modalaşmış. Duâlarım Bu Kasvet Ve Zulmeti Gidermez. Allahü Teâlâ Bu Millete Selâmet Versin.” Buyurdu. Gelenler Çâresiz Kalıp Yine Duâ Etmesi Husûsunda ısrarda Bulundular. “efendim! Ne Olur Merhamet Ediniz. Biz Günâhkâr Kimselere Acıyınız. Duâlarınız İle Bu Sıkıntıdan Kurtuluruz.” Dediler. Ziyâeddîn Hazretleri Gelenlere Acıdı Ve Mübârek Ellerini Kaldırıp Sıra İle Evliyânın Büyüklerinin İsimlerini Ayrı Ayrı Sayıp, Allahü Teâlâya Duâ Ve Niyâzda Bulundu. Daha Duâ Bitmeden Gökte Rahmet Yüklü Bulutlar Belirdi. Şimşekler Çakıp Bardaktan Boşanırcasına Yağmur Yağmaya Başladı. Sokaklardan Dereler Aktı. Her Taraf Suya Kandı. Yeryüzü Baştan Başa Hayat Buldu. Allahü Teâlânın Sevgili Kulu Ziyâeddîn Hazretlerinin Duâsı İle Allahü Teâlâ İnsanları Sıkıntıdan Kurtarıp Arzularına Kavuşturdu.
bir Gün Taşradan Bir Hoca Efendi, Ahmed Ziyâeddîn Hazretlerinin Dergâhına Gelip Hürmetle El Öptü Ve Ağlamaya Başladı. Kendisinden Ağlamasının Sebebi Soruldukta, Şöyle Anlattı: “efendim! Ben Size Daha Görmeden Âşık Oldum. Bir Şehirde Vâizdim. Bir Gün Kürside Vâz Ederken Kulağıma; “allah İçin Bu Zamânın Kutbu, Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleridir.” Diye Bir Nidâ Geldi. Bunun Üzerine Aklım Başımdan Gitti. Konuşamaz Oldum. Ağlamaya Başladım. Benim Ağlamamı Görünce, Cemâat Da Ağlamaya Başladı. Sonra Güçlükle; “ey Müslümanlar! Hastayım. Vâz Edecek Hâlim Kalmadı.” Dedim Ve Kürsüden İndim. Eve Gittim. Aklımdan Gitmez Oldunuz. Uyku Uyuyamaz Oldum. Ertesi Gün Mescide Geldim Ve Kürsüye Çıktım. Yine Aynı Nidâ Geldi. Kendimden Geçtim. Üç Gün Bu Hâlim Devâm Etti. Cemâat Gelip; “bu Hâlin Nedir Bize Anlat? Derdine Derman Olalım, Tabib Bulalım. Bizden Saklama!” Dediler. Bunun Üzerine Onlara; “benim İlaç Kabûl Etmez Bir Derdim Var. Beni Perişan Eyleyen Bir Sevgidir, Bir Aşktır, Gece Gündüz Kalbimi Yakar, Gözlerimden Yaş Akıtır. Câmide Vâz Ederken Kulağıma Gelen Bir Nidâ İle Ben Bu Hâle Geldim. O Nidâ Da; “bu Zamânın Büyüğü Ahmed Ziyâeddîn Hazretleridir.” Nidâsıydı. Bunun Üzerine Bu Zâta Âşık Oldum. Nerede Olduğunu Bir Bilsem.” Dedim. Cemâat Dağıldı. Bir Müddet Sonra Bana, Sizden Haber Getirdiler Ve Nerede Olduğunuzu Öğrendim. Şimdi De Mübârek Huzûrunuza Gelerek Sizleri Görmekle Şereflendim.” Hoca Efendinin Anlattıklarını Dinleyen Ziyâeddîn Hazretleri Tebessüm Edip; “hoca Efendi, Allahü Teâlânın Sevgili Kulları Kerâmetini Açıklamaktan Hayâ Eder. İnsan, Allahü Teâlâya Kul Olmakla, İbâdet Etmekle Şereflenir. İstikâmet Doğru Yolda Olmak En Büyük Kerâmettir.” Buyurdu Ve Onu Talebeliğe Kabûl Etti.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri İki Defâ Hacca Gitti. Birincisinde Mısır’a Uğradı. Buradaki Evliyâ Kabirlerini Ziyâret Etti. İleri Gelen Zâtlarla Görüştü. İkinci Gidişlerinde Mekke-i Mükerreme Ve Medîne-i Münevverede Birçok Zât İle Görüşüp Hadîs-i Şerîf Okuttu. Hac Dönüşü Mısır’a Uğradı Ve Burada Üç Seneden Fazla Kaldı. Sohbet Ve Dersleriyle Birçok Talebe Yetiştirdi.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Talebelerine Vasiyetinde; “amelleriniz, Tahsîliniz Ve Ahlâkınızla Âlim Olup, İnsanlara Seviyelerine Göre Hitâb Ediniz...” Buyurdu.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Mısır’dayken Talebesi Hasan Hilmi Efendinin Şahsında Bütün Talebelerine Hitâben Yazdığı İki Sahîfelik Mektubunda Şöyle Buyurmuştur:
hak Olan Bu Yolda Gerekli Olan Esaslar Şöyledir:
1) Tövbe Ve İnâbe İle Bir Büyüğe Bağlanmak,
2) Talebelik Ve Hocalığın Şartlarını Bilip, Îtirâzı Terk Ederek Sohbet Ve Hizmete Devâm Etmek,
3) Korku İle Ümid Arasında Bulunmak, İhlâs Ve Tevekkül İle Verilen Sözde Durmak, İrâde Ve Maksadda Doğru Olmak,
4) Kişiyi Boşuna Övünmeye Sevk Eden Süs Ve Debdebeyi Terk Etmek Ve Temizliğe Dikkat Etmek,
5) Sıhhat Ve Tefekkür İle Zikre Ve Râbıtaya Devâm Etmek,
6) Nefs Ve Şehveti Kırarak Ahlâkı Güzelleştirmek, Çok İbâdet Ve Tâatla Allahü Teâlâya Yaklaşmaya Çalışmak,
7) Rahat Ve Huzur Veren Şeylerden Uzak Bulunup, Yalnızlığı Seçmek,
8) Nefsin Arzu Ve İsteklerine Uymamak; Şeytan, Hevâ Ve Havâtırı Yok Etmeye Gayret Göstermek,
9) Tevâzu, Şükür Ve Kanâata Sâhib Olmak.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Halk Arasında Doksanüç Harbi Diye Bilinen Harbe Talebeleri İle Birlikte İştirâk Etti. İslâm Askerine Mânevî Yardımlarda Bulundu. Sonra Harbin Yavaşlaması Üzerine Of’a Geldi. Ramazan Ayı Boyunca Birçok Kimseyi Sohbetleriyle İrşâd Edip, Yetiştirdi. Bayram Sonrası Tekrar Batum Cephesine Gitti Ve Bizzat Silâhı İle Harbe İştirâk Etti.
ömrünü, İnsanlara Hizmetle Geçiren Gümüşhânevî Hazretleri, Son Zamanlarında Yaşı Çok İlerlediği İçin Vücûdunda Zayıflık Olmuştu. Bir Şeye Dayanmadan Oturamıyordu. Asâsız Yürüyemez Olmuştu. Konuşmalarını Ancak Yakınında Olanlar Anlayabiliyordu. Lâkin Gözlerinden Çıkan Mânevî Nûrlar Talebelerinde Coşkunluk Meydana Getiriyordu.
bir Ara Çok Ağırlaşıp Yatağa Düştü.beş Gün Hiçbir Şey Yiyip İçmedi. Üç Gün Gözünü Hiç Açmadı. Ağzından Tek Söz Çıkmadı. Bir Ara Âniden Gözlerini Açıp; “hepsini İsterim Yâ Kibriyâ!” Diyerek Gözlerini Kapattı. 7 Zilkâde 13 Mayıs Sabahı Mübârek Rûhunu Kelîme-i Şehâdet Okuyarak Teslim Etti (1893).
süleymâniye Câmi-i Şerîfi Avlusunda Kânûnî Sultan Süleymân Han Türbesinin Kıble Duvarına Bitişik Demir Parmaklıklarla Çevrili Kabrinin Ayak Ucu Kitâbesinde; “muhaddisîn-i Kirâmdan, Fahr-ül-meşâyih Gümüşhâneli El-hac Ahmed Ziyâeddîn Efendi Hazretlerinin Rûh-ı Mukaddislerine El-fâtiha” Yazılıdır.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretlerinin Eserlerinden Bâzıları Şunlardır:
1) Râmûz-ül-ehâdîs, 2) Garâib-ül-ehâdîs, 3) Hadîs-i Erbaîn, 4) Câmi-ul-usûl, 5) Rûh-ul-ârifîn, 6) Mecmûât-ul-ahzâb, 7) Kitâb-ul-ârifîn, 8) Necât-ül-gâfilîn, 9) Netâic-ül-ihlâs, 10) Câmi-ül-menâsik, 11) Câmi-ul-mutûn, 12) Vasiyetleri.
bir Talebesi Şöyle Anlatır: “bir Gün Hocam Gümüşhânevî Hazretlerinin Huzûruna Vardım. Niyetim Taşraya Gidip İlim Öğrenmeye Müsâadesini İstemekti. Daha Bir Şey Söylemeden Bana; “oğlum! Şimdi Sen Falan Yerdeki Câmiye Git, Oradaki Müslümanlara Nasîhat Et.” Buyurdu. Ben De; “peki Efendim.” Deyip Buyurduğu Câmiye Gittim. O Günlerde Arabî Gramer Bilgilerini Öğrenmekle Meşgûl Olduğumdan Başkalarına Nasîhat Verecek Bir Durumum Yoktu. Emir Üzere Câmide Vâz İçin Kürsüye Çıktım. Her Taraf Dolmuştu. Şaşırdım. O Halde İken Hocamı Hatırladım Ve Yardımını İstedim. Çok Geçmeden Dilim Çözüldü. Bülbül Gibi Anlatmaya Başladım. Lâkin Ne Söylediğimi Bilmiyordum. Herkes Büyük Bir Dikkat İle Dinliyordu. Söylediklerimi Anlamaya Gayret Ettiğimde Hakîkaten Hikmetli Sözlerdi. Bu Bilgileri Hocam Ahmed Ziyâeddîn Hazretlerinin Himmet Ve Yardımlarıyle Söylediğimi Anladım. Ben İse Bir Tercümandan Başka Bir Şey Değildim. Onun Yardımı İle Güzel Bir Vâz Etmiştim. Bunun İçin Rabbime Şükrettim.”
bir Talebesi Şöyle Anlatır: “bir Zaman Hanımım Hastalandı. Hastalığı Günden Güne Arttı. Onun Bu Hâlini Görünce Ben De Hastalandım. Aradan Altı Ay Geçti. Hasta Hâlimle Abdest Aldım Ve Kıbleye Doğru Oturdum. Rabbime Yalvardım; “yâ Rabbî! Günâhkârım. Yüzüm Kara. Lâkin Derdimize Derman İstiyorum. Bu Biçârelere Yardım Et. Belâları Geri Çevir. Bu Günâhkâr Kuluna Merhâmet Et. Şifâ Veren Sensin Ey Rabbim!” Diyerek Göz Yaşı Dökerken Birden Ziyâeddîn Hazretlerini Karşımda Gördüm. Hayretler İçinde Kaldım. Zîrâ Hocam Altı Aylık Çok Uzak Bir Yerdeydi. Tebessümle Hâlimi Hatırımı Sorup Bana Ve Hanımıma Duâ Etti. “üzülmeyin Hiçbir Şeyiniz Kalmayacak!” Buyurup Gitti. O Saatten Îtibâren Bende Ve Hanımımda Hastalıktan Eser Kalmadı. Bu, Hocam Ziyâeddîn Hazretlerinin Kerâmet Olarak Bize Yardımlarıydı.
ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleri Bir Gün Sohbetten Sonra Talebelerinden Beşini Bir Yere Gönderdi. Talebeler Hocasının Emri Üzerine Yola Çıktılar. Lâkin Yanlarında Vapurla Karşıya Geçmek İçin Paraları Yoktu. Bunun Üzerine Tekrar Dergâha Geldiler. Gümüşhânevî Hazretleri Onların Döndüklerini Görünce, Gidin, Buyurdu. Talebeler Bir Şey Diyemeyip Tekrar Geriye Yola Koyuldular. Bir Müddet Gittikten Sonra Parasızlık Sebebiyle Dönmek İstediler. Üç Defâ Bu Durum Tekrarlandı.dördüncüsünde Yolda Giderken Karşılarına Bir Zât Çıktı. Her Birine Birer Kese Altın Verip, Gitti. Talebeler Arkasından Bakakaldılar. Bu İşte İmtihan Edildiklerini Anladılar Ve Hoca Sözü Ve Emri Dinleyen Kimsenin Hiçbir İşinde Üzüntü Ve Sıkıntı Çekmediğine Ve İşlerinin Kolay Olduğuna Yakînen İnandılar.
talebelerinden Aziz Bey Anlatır: “bir Gün Hocam Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretlerini Ziyâret Etmek İçin Yola Çıktım. Giderken Bir Tanıdığın Evine Uğradım. İçeride Tanımadığım Birkaç Kişi Vardı. Selâm Verdim Ve Güler Yüz Gösterdim. Bu Hâlimden Ev Sâhibi Çok Memnun Oldu. Bana Nereye Gittiğimi Sordu. Ben De; “niyetim Büyük Velî Mübârek Hocamı Ziyâret Etmekti.” Dedim. Orada Bulunanlardan Biri; “kimdir O Zât?” Dedi. Ben De; “ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî Hazretleridir.” Dedim. Meğer Onlar, Ahmed Ziyâeddîn Hazretlerine Karşı Nefsiyle Mağrur Kimselermiş. Benim Bu Cevâbım Üzerine Dayanamayıp; “demek Seni De Aldatmış O!” Dediler. Bu Sözüne Dayanamayıp Ona; “sus Ey İnkârcı Kişi! Hocam Aleyhinde Konuşma!” Dedim Ve O Kızgınlıkla Yanlarından Ayrılıp Hocamın Yanına Gittim. Elini Öpüp Edeple Huzurlarında Oturdum. Hocam Bana Bakıp; “evlâdım Nereden Geliyorsun Bana Anlat!” Buyurdu. Bunun Üzerine Ben Edeple; “evden Geliyorum Efendim.” Dedim. O Tekrar Bana; “gelirken Bir Yere Uğramadın Mı? Bir Kimse Görmedin Mi?” Buyurdu. Ben Hayret Edip; “efendim! Bir Tanıdığım Olan Tahsin Beye Uğradım.” Dedim. O; “keşke Uğramasaydın Ve Oradaki İnkârcı Kimseleri Hiç Görmeseydin.” Buyurdu. Sonra Da; “evlâdım! İt Ürür Kervan Yürür. Bu Hakîkatı Şüphesiz Herkes Görmektedir. Sana Söylenen Sözlerden Hiç İncinme Ve Sabret. Zîrâ Meyveli Ağaç Taşlanır.” Diyerek, Bana Nasîhatlerde Bulundu.”
1) Rehber Ansiklopedisi; C.18, S.308
2) Menâkıb-ı Ziyâiyye
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı)s.1169
4) Ahmed Ziyâeddîn Gümüşhânevî; (irfan Gündüz)