Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Ziyâeddîn Nurşînî
  30 Mart 2018 Cuma , 23:27
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Türkiye evliyaları, Bitlis evliyaları, Ziyâeddîn Nurşînî

osmanlı Âlim Ve Velîlerinden. İsmi Muhammed Ziyâeddîn’dir. Nurşînî Nisbesiyle Meşhûr Olmuştur. Babası Büyük Velî Abdurrahmân Tâgî (tâhî) Hazretleridir. 1855 (h.1272) Senesinde Bitlis’in Hizan İlçesine Bağlı Usba Köyünde Doğdu. 1923 (h.1342) Senesinde Bitlis’in Nurşin Köyünde Vefât Etti. Kabri Nurşin’de Babasının Türbesinin Yanındadır.

ziyâeddîn Nurşînî’nin Âile Çevresi İlim Ve Fazîlet Sâhibi Dindâr İnsanlardan Meydana Geliyordu. Dînî İlimler Sâhasında Söz Sâhibi Olmuş Büyük Âlim Ve Velîler Onun Yakın Çevresinde Yaşıyordu. Zâhirî Ve Mânevî İlimleri Tahsîl Etmeye Çok Müsâit Bir Ortamda Dünyâya Gelen Muhammed Ziyâeddîn Efendinin Çocukluğu Böyle Bir Çevrede Geçti. İlk Tahsîlini Babası Abdurrahmân Tâgî’den Aldı. Zamânında Medreselerde Okutulan Dersleri Tamamlayarak İlimde Yükseldi Ve Mollalık Pâyesine Ulaştı. Babasının İlim Meclislerine Ve Tasavvufî Sohbetlerine Devâm Ederek Zâhirî İlimlerde Âlim, Tasavvuf Yolunda Yüksek Derece Sâhibi Oldu.

babası Abdurrahmân Tâgî Hazretleri Vefâtına Yakın Onu En Büyük Halîfesi Fethullah-ı Verkânisî’ye Emânet Etti. Ziyâeddîn Nurşînî Babasının Hastalığı Sırasında Yanında Duruyordu. Üzülüyor Ve Ağlıyordu. Bir Ara Gözlerini Açan Abdurrahmân Tâgî Hazretleri Oğluna Baktı Ve; “ziyâeddîn! Neden Böyle Yaş Akıtıp Ağlıyorsun?” Dedi. Ziyâeddîn Nurşînî Edeple; “niçin Ağlamayayım. İnsanın Babası Çok Büyük Tüccar Olur Da, Dünyâsını Değiştirirken Evlâdı Babasının Malından İstifâde Edemezse, Mîrâsına Vâris Olamazsa Ondan Daha Acı Bir Şey Olur Mu?” Diye Cevap Verdi. Babası; “oğlum! Şeyh Fethullah Senin Hakkında Benden Daha Hayırlıdır. Çünkü, Vallahi Ben Seni Başkalarından Ayırd Etmedim. Halk, Gözümde Ne İse, Sen De Oydun. Fakat Şeyh Fethullah Seni Diğerlerinden Üstün Tutacaktır.” Buyurdu. Bu Cevap Üzerine Teselli Bulan Ziyâeddîn Nurşînî Babasının Vefâtından Sonra Şeyh Fethullah-ı Verkânisî’ye Talebe Oldu. Onun Hizmet Ve Sohbetlerinde Bulundu. Böylece Zâhirî İlimlerde Yüksekliğinin Yanında Mânevî Derecelerde Ve Tasavvuf Yolunda Da İlerledi.

fethullah-ı Verkânisî Hazretleri, Hocasının Oğlu Muhammed Ziyâeddîn Nurşinî’nin Yetişmesi Ve Olgunlaşması İçin Özel Îtinâ Gösterdi. Hattâ Onu En Ağır Hizmetlerde Kullanarak Kınayanların Kınamasına Aldırmadan Onu Kâmil (olgun) Ve Mükemmil (yetiştirebilen) Bir Zât Olarak Yetiştirdi. Fethullah-ı Verkânisî Kışın Karda Kızağına Biner Köylere İrşâda Giderken, Ziyâeddîn Nurşînî’yi Çağırarak Kendisini Çekmesini İsterdi. Bu Duruma Abdurrahmân Tâgî Hazretlerinin Bâzı Halîfeleri Îtirâz Ettiler. Hocasının Oğluna Saygı Göstermesi Gerekirken, Kızağa Binip Keyf Sürüyor, Hocasının Oğlu İse, Zahmet Ve Meşakkatle Kızağını Çekiyor.” Dediler. Bu Durumu Duyan Fethullah-ı Verkânisî; “üstâdım Oğlunu Bana Teslim Etti. Ben De Böyle Hareket Etmeyi Uygun Görüyorum. Yok Eğer Size Teslim Etmişse Bildiğiniz Gibi Yapmakta Serbestsiniz.” Diyordu. Nakşibendiyye Yolu Usûlüne Göre 1889 Yılında İcâzet, Diploma Ve Hilâfet, İslâmiyeti Anlatma Vazîfesi Vererek İnsanlara İslâmiyetin Emir Ve Yasaklarını Anlatmakla Vazîfelendirdi.

ilim Ve Fazîlette Yüksek Bir Velî Olan Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri, Hocası Fethullah-ı Verkânisî’nin Sağlığında On Sene, Onun Vefâtından Sonra Da 24 Sene Olmak Üzere Tam 34 Yıl Talebe Yetiştirdi Ve İnsanlara İslâmiyetin Emir Ve Yasaklarını Anlatarak Onların Dünyâda Ve Âhirette Saâdete Kavuşmalarına Çalıştı. Sohbetleri Sırasında Dünyâya Gönül Vermemek Gerektiğini Bildirdi. Bir Defâsında Buyurdu Ki: “...dünyâ Âhiret İçin Bir Tarla Olmasa, Âhirete Hazırlık Yeri Olmasa, Çirkin Şeylerin En Çirkini, Rezillerin En Rezîlidir. Allahü Teâlâdan Uzaklaşmaya, İnsanı Âhirette Faydadan Mahrûm Etmeye Sebeptir. Akil Sahibi Olanlarin Yaninda Kiymeti Olmayan Bu Dünyâda İnsan Utançtan Başini E?se Yeridir. Nitekim Sevgili Peygamberimiz; “dünyâ, Âhirette Evi Olmayan Kimselerin Evidir. Mali Olmayanlarin Malidir. Akli Olmayan Kimse Onu Toplar.” buyurmuştur. E?er Allahü Teâlânin Katinda Dünyânin Sivrisinek Kadar Kiymeti Olsaydi, Düşmanı Olan Kâfirlere Ondan Bir Yudum Su Bile Vermezdi. Zîrâ Dünyâyı Yarattığı Günden Beri Ona Rahmet Nazarıyla Bakmamıştır.

beyt:

 

bu Dünyâya Gönül Bağlama, Fâni Olan Dünyâ Geçer

ihtiyarlık Devresi Geldi, Tâze Gençlik Devresi Geçecek.

 

güneşin Herkese Apaçık Göründüğü Gibi Dünyânın Kötülüğü De Mâlumdur. Eğer Dünyânın Bir Değeri Olsaydı, İnsanların Ve Cinlerin Peygamberi Olan Muhammed Aleyhisselâm Ona İltifât Ederdi.

tasavvuf Yolunda Bulunmanın Esâsının Sohbet Olduğunu Bildirerek Buyurdu Ki: “biliniz Ki Sohbetsiz Geçen Zaman Zarardır. Ömrün Boşa Geçmesidir. Bu Ömrün Hakkı, İlk Önce Tedricî Olarak Şerefli Sohbetin Tahsîli Yolunda, Sarf Edip, Mümkün Olduğu Kadar Sohbeti Terk Etmemektir. Sonra Tarîkatta Ondan Sonra Sonu Olmayan Edeplere Uymaktır. Çünkü Sohbet Bütün Kemâlâtın, Olgunlukların Ve Mârifetlerin Başlangıcıdır. Geçen Zaman İâde Edilmez, Kazâ Da Edilemez. Ne Olursa Olsun Sohbetsiz Geçen Vakitlere Üzülmeli, Belli Zamanlarda Yapılması Emrolunan Virdleri, Vazifeleri Terk Etmemeli Ve Hocasını Gözü Kapalı Olarak Düşünmelidir. Zîrâ Tamâmıyla Yapılması Mümkün Olmayan Bir Şeyi Tamâmıyla Da Terk Etmemelidir.”

ziyâeddîn-i Nurşînî Hazretleri Bir Sohbeti Sırasında Peygamber Efendimize Tâbi Olmanın Önemini İşâret Ederek Buyurdu Ki: “ey Dostlarım! Hakîkî Saâdet Ve Olgunluk, İki Cihânın Efendisi Olan Peygamber Efendimize Tâbi Olmak, O’nun Tebliğ Ettiği İslâmiyetin Boyasıyla Boyanmak, Bizzat Emirlerine Uyarak Yasakladığı Şeylerden Sakınmakla Mümkündür. Ayrıca Bunları Başkalarına Da Yaptırmalıdır. Bir Kimse Başkasını İslâmiyetin Emir Ve Nehiylerine Muhâlefetten Men Edecek Kudrette Olup Da Onu Men Etmezse, O Kimsenin Ortağıdır Yâni O İşi Birlikte Yapmış Sayılırlar. Bir Kimse Peygamber Efendimizin Sünnetini Ve İslâmiyetin Hükümlerini Başkasına Yaptırsa, Ona Hâsıl Olacak Ecir Ve Sevâbından Hiçbir Şey Noksan Olmaksızın Kendisine De Hâsıl Olur.”

ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri Zamânındaki Seyyidler Ve Âlimlerle Görüşür Veya Mektuplar Yazarak Gönüllerini Alırdı. Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretlerine Yazdığı Mektupta Buyurdu Ki: “bu Mektûb, Arvas’ın Yüce Kapı Eşiğinin Hizmetkârı Olan Muhammed Ziyâeddîn’den En Şerefli Kardeşi, En Saâdetli Dost, Zekâ Ve Temiz Kalp Sâhibi, Kendinde Güzellikleri Ve Dirâyeti Toplayan, Sâlih Âlimlerin Bâkiyesi Molla Abdülhakîm'edir. Allahü Teâlâ Onu Doğru Ve Sağlam Yolda Yürümeye Muvaffak Eylesin! Size Selâmdan Sonra, Dünyâ Ve Âhirette Saâdetiniz, Âfetlerden Selâmetiniz İçin, Duâ Eder, Müstecâb Duâlarını Beklerim..." Bâzı Fıkhî Suâllerine Cevap Verdiği Bu Mektûbunda Peygamber Efendimizin Neslinden Gelen Seyyidlere Olan Saygı Ve Bağlılığını Bildirdi.

ilmi Ve Fazîletiyle İnsanları Hak Yola Dâvet Eden Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri, Aynı Zamanda Dîni, Vatanı Ve Milleti İçin Savaşarak Büyük Kahramanlıklar Gösterdi. Birinci Dünyâ Savaşında Talebeleriyle Birlikte Ruslara Ve Ermenilere Karşı Kahramanca Savaştı. Kardeşleri Muhammed Saîd Ve Muhammed Eşref İle Birçok Talebeleri Şehîd Oldular. Din Ve Vatan Uğruna Yaptığı Hizmetlerinden Dolayı Zamânın Bütün Âlimleri Ve Devlet Adamlarının Hürmet Ve Sevgilerine Mazhâr Oldu.

birinci Dünyâ Harbine Katılarak Büyük Kahramanlıklar Gösteren Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri, Koluna İsâbet Eden Bir Mermi Sebebiyle Felç Oldu. Felcin Bütün Vücûda Yayılmaması İçin Bitlis Askerî Hastânesinde Sağ Kolu Kesildi. Fakat Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri Bu Ameliyatın Arkasından Ağır Bir Hastalığa Tutuldu. Talebeleri Ve Sevenleri O Vefât Edecek Diye Üzülüyorlardı. Bâzan Kendinden Geçiyor, Bâzan Da Ayılıyordu. Bu Hal Üzereyken Bir Gün Şöyle Buyurdu: “rüyâmda Yanıma Kalabalık Bir Velî Grubunun Geldiğini Gördüm. Gavsü’l-a'zam Arvâsî, Abdurrahmân Tâgî Ve Şeyh Fethullah Verkânisî De Aralarındaydı. Dünyâda Mı Kalacağım Yoksa Âhirete Mi İntikâl Edeceğim Husûsunda Aralarında Uzun Müzâkereler Yaptılar. Şeyh Fethullah Verkânisî Dünyâda Kalmamın Daha Hayırlı Ve İnsanların Hidâyete Kavuşmalarına Vesîle Olacağımı Belirterek Sekiz Yıl Daha Yaşamamı Teklif Etti. Hazır Bulunan Büyüklerimiz De Bu Teklifi Uygun Görerek Dağıldılar. Nitekim Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri Bu Rüyânın Dokuzuncu Yılı Başlarında Vefât Etti.

ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri Pekçok Talebe Yetiştirip, İslâmiyetin Emir Ve Yasaklarını Anlatmakla Vazîfelendirdi. Bunlar; “molla Muhammed Emîn, El-hâc Abdülkerîm, Şeyh Ahmed El-haznevî, Şeyh Mehmed Karaköy, Şeyh Muhammed Selîm Hızânî, Şeyh Mahmûd Zokaydî, Hocası Fethullah Verkânisî’nin Oğlu Şeyh Alâeddîn, Tili Şeyh Şahâbeddîn, Tili Molla Abdullah, Molla Halil Kavakî, Molla Yûsuf Hurtî, Molla Abdurrahmân Çokreşî, Şeyh İbrâhim Abrî Gibi Zâtlardır.

muhammed Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri Babası Abdurrahmân Tâgî Hazretlerinin Kabrinin Bulunduğu Nurşin’den Ayrı Kalmak İstemezdi. Fakat İnsanlara İslâmiyetin Emir Ve Yasaklarını Anlatmak Üzere Çeşitli Beldelere Gitmesi Gerekiyordu. Ömrünün Son Zamanlarında Azîzân’dan Nurşin’e Taşınmayı ısrarla İstedi. Âilesinden Bâzıları Da Azîzan’da Kalmak İstiyorlardı. Azîzanlılar Da Şeyh Ziyâeddîn Nurşînî Hazretlerinin Köyde Kalması İçin Yalvarıp Dil Döktüler. Şeyh Hazretleri Bütün Bu ısrarlara Rağmen Babası Abdurrahmân Tâgî Hazretlerinden Uzak Kalmaktan Ve Onun Beldesinden Uzakta Vefât Etmekten Korkuyorum, Diyordu. Vefâtından Bir Yıl Önce Hiçbir Engele Aldırış Etmeksizin Kesin Bir Kararlılıkla Azîzan’dan Nurşin’e Taşındı. Ömrünün Son Senesini Nurşin Ve Civârında Geçirdi. Abdurrahmân Tâgî Hazretlerinin Kaldığı Ve Gezdiği Yerleri Büyük Bir Özlem Ve Hasret İçinde Gezip Hâtıralarını Tâzeledi.

ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri Nurşin Ve Civârında Bulunduğu Sırada İnsanlara Vâz Ve Nasîhat Ederek İslâmiyetin Emir Ve Yasaklarını Anlatmaktan Geri Kalmadı. Talebelerine Ve Sevenlerine Hitab Ederek Buyurdu Ki: “allahü Teâlâya İbâdet Edip O’ndan Korkunuz. O’nun Râzı Olmadığı Zâhir Ve Bâtındaki Şeylerden Korunmaya, Mühim Şeylerden Ve Tâatlardan Olan Allah’ın Emir Ve Yasaklarını Halka Duyurmaya Sıkıca Sarılın.

fakat İlk Önce Bir An Dahi Olsa Bedenden Ayrılmayan Nefs-i Emmâreye Allahü Teâlânın Emir Ve Yasaklarını Bildirmelidir. Çünkü Allahü Teâlânın Nefsin Şerrinden Koruduğu Kimseler Bile Nefs-i Emmârenin Şerriyle Karşı Karşıyadır. Zîrâ Nefs-i Emmâre, Sâhibine Günâhları Tâat Şeklinde Gösterir. Bal İçine Zehir Katar. Öyleyse Sâhibine Bir Şeyi Yapmayı Veya Yapmamayı İçinden Geçirdiğinde, İnsanın Onu Şerîat Ölçüsüyle Ölçmesi Lâzımdır. Doğru İse Güzel, Değilse Onu Kınayıp, İslâmiyetin Emri Doğrultusuna Çevirmesi Gerekir.

nefse Yapılan Bu Tebliğden Sonra, İnsanlara Allahü Teâlânın Emreylediği Şeyleri Yapıp, Yasak Ettiği Şeylerden Kendilerini Korumak İçin Olmalıdır. Ancak Tebliğ Eden Kimse Bunda Da Dikkat Edip Kendini Gizli Kalp Hastalıklarından Korumalıdır. Bununla Kendine Nasîhat Etmeyi İrâde Etmelidir. Hattâ Halka Sohbet Ettiği Vakitte Bile, Kendi Nefsinden Başka Bir Şeye Hitâb Etmemelidir. Yoksa Sohbeti Kalplere Tesir Etmez.

yine Tebliğ Eden Kimse, Aldatıcı, Hîlekâr Dünyâ Hakkında Korku Üzere Bulunmalıdır. Çünkü Dünyâ İnsanlara Gelinler Gibi Süslenir. Lâkin Allahü Teâlânın Sevdiği Olgun Bir Velîden Rûhânî Bir İmdât Almış Kimseden Başkası Onun Çirkinliğini Anlayamaz.

bu Zamanda Halka Yapılacak Sohbet, İnsanları Dünyâdan Soğutmaktır. Umulur Ki Böylece Âhiret İşleri Tatlı Gelir. Çünkü Dünyâ İle Âhiret İki Kuma Kadına Benzer. Birisi Râzı Olunca, Diğeri Darılır. Allahü Teâlâ Bizi Ve Sizi Kendi Muhabbetine, Resûlünün Muhabbetine Muvaffak Eylesin. Âmin.”

muhammed Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri Vefâtından Yedi Ay Kadar Önce Zirnacur Taraflarında Hastalandı. Babası Abdurrahmân Tâgî Hazretlerinin Gezdiği Yerleri Ve Oralardaki Dostlarının Misâfirhânelerini, Evlerini Hasret Ve Özlemle Ziyâret Etti. Misafirhâne Sâhiplerini Anarak Onların Hallerini Anlattı. Sık Sık Ölümden Bahsederek Ölüme Hazırlıklı Olmak Gerektiğini İfâde Etti. Halbuki Daha Önceleri Sohbetleri Sırasında Daha Çok Muhabbetten Ve Muhabbeti Meydana Çıkaran Sebeplerden Bahsederdi. Din Ve Dünyâ Ehli Hakkında Yâni Peygamberler, Âlimler, Evliyâlar Ve Devlet Adamlarının Hallerini Anlatarak; “bu Âkibetten Hiç Kimse Kurtulamaz. Üzerinde Durulacak Şey Kişinin Âhirete Hazırlık Olarak İşlediği Amellerdir.” Buyururdu.

vefâtından Beş Ay Kadar Önce Sorulan Bir Meseleye Cevap Verdikten Sonra, Âhir Zamân İnsanlarından Şikâyet Ederek Buyurdu Ki: “bu Adamlar Daha Doğrusu Zamâne İnsanları Ne Kimseyi Dinlerler, Ne Kimseye Boyun Eğerler, Ne De Herhangi Bir Şeyden Ders Alırlar. Bu Yüzden Hiç Kimse Onlara Faydalı Olamaz. Allahü Teâlâ Beni Onların Arasından Alsa Ne İyi Olur. O Zaman Yaptıklarına Pişman Olurlar, Ama O Pişmanlıkların Hiçbir Faydası Olmaz.”

muhammed Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri Vefâtından Üç Ay Kadar Önce Kışın Bitlis’e Gitmeye Karar Verdi. Âilesi Havanın Soğukluğunu Mevsimin Uygun Olmadığını Ve Hastalığını İleri Sürerek Bu Yolculuğa Mâni Olmak İstedi. Ancak Karârından Vaz Geçmedi. Yola Çıkmadan Hocasının Kabrini Ziyâret Ederken; “bu Sefer Bitlis’e Gidişimizin Tek Sebebi Şeyhü’l-a'zam Hazretlerinin Kabrini Ziyâret Etmektir. Çünkü İlkbahara Kadar Yüce Mevlânın Neyi Yaratacağını Bilmiyoruz.” Buyurarak İlkbahardan Önce Vefât Edeceğini İşâret Etti.

bitlis’te İken Bâzı Siirtliler Yanına Gelerek İslâmiyeti Anlatmasını İstediler. Onların ısrarlı İstekleri Karşısında; “havalar Soğuk Olduğu İçin Şimdi Sizin Oralara Gelemem. Fakat Ecel Mühlet Verirse Şubat Ayında İnşâallah Geliriz.” Buyurdu. Bitlis’e Gidip Büyüklerin Kabirlerini Ziyâret Ettikten Sonra Nurşin’e Döndü. Şeyh Abdurrahmân Bilvânisî Onun Ziyâretine Geldi. Bir Müddet Kaldıktan Sonra Geri Dönmek Niyeti İle Vedâlaşıp Ayrılırken Ona; “eğer Gelmek İstiyorsan Şubat Ayının Başında Gel, Yoksa Gelme." Diyerek O Târihten Sonra Gelirse Kendisini Sağ Bulamayacağını İşâret Etti.

ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri, Vefâtına Bir Aydan Az Bir Zaman Kala Kızkardeşinin Oğlu Muhammed Bâkî’nin Evinde Babası Üstâd-ı Âzam Abdurrahmân Tâgî Hazretlerinin Evinin Güzel İdâre Edildiğini, Orada Çok Sayıda Âlim Ve Tasavvuf Talebesinin Barındığını, Aynı Zamanda Her Yöreden Pek Çok Kimsenin Nakşibendiyye Yoluna Girmek Üzere Başvurduğunu Anlattıktan Sonra Buyurdu Ki: “bu Zamanda Böyle Durum Büyük Bir Nîmettir. Çok Şükretmek Gerekir. Ama Biz Şükür Borcunu Yerine Getiremiyoruz.

ziyâeddîn Nurşînî Hazretlerinin Tek Oğlu Olan Fethullah Efendi, Kendisinden Sekiz Gün Önce Vefât Etti. Onun Vefâtı Üzerine; “senden Önce Vefât Edeceğimi Ve Senin Geride Kalacağını Sanıyordum. Fakat Allahü Teâlâ Böyle Diledi. Böyle Oluşunun Hikmetini O Bilir?” Buyurdu. Oğlu Defnedildikten Sonra Hastalandı. Hastalığının İlk Günlerinde; “molla Fethullah Gitti. Görünen O Ki, Onun Arkasından Ben De Kalıcı Değilim, Böylece Dünyâ Yıkılıyor.” Buyurdu.

son Günlerinde Nakşibendiyye Yüksek Yolunun Fazîletini Anlatarak Buyurdu Ki: “bütün Gücünüzü Ve Gayretlerinizi Sonuna Kadar Kullanarak Nakşibendî Nisbetine Sâhib Olunuz. Bu Nisbet En Pahalı Mücevherlerden Daha Değerlidir. Bu Nisbet Şu Yöreden Kalkmadan Önce Onu Elde Ediniz. Eğer Bu Yöreden Kalkacak Olursa Bir Daha Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri Gibi Biri Bulunmaz Ki Hindistan’a Gitsin Ve O Nisbeti Alıp Getirsin.”

son Günlerinde Hastalığı İlerlemiş Olmasına Rağmen Kur’ân-ı Kerîm Okumayı Ve Sohbetleri Terk Etmiyordu. Hastalığının Ve Ağrılarının Şiddetlenmesine Rağmen Son Günlerinde Kendini Tamamen Rabbine Verdi Ve Bütün Şuuru İle Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşmak İçin Gayret Etti. Sık Sık Âile Fertlerine Ve Diğer Bağlılarına İslâmiyetin Emir Ve Yasaklarından Ayrılmamalarını, Nakşibendiyye Yoluna Bağlı Kalmalarını, Bütün Bunları Yaparken De İhlâs Ve Sağlam Bir Niyete Önem Vermelerini Tavsiye Etti. Ev Halkından Birine Yukarıdaki Tavsiyeleri Bildirince, Ona; “peki Bu Konuda Bize Kim Rehberlik Edecek, Bizi Kim Terbiye Edecek?” Diye Soruldu. Soran Kimseye Hitâben Buyurdu Ki: “insanın Niyeti Hâlis, Maksâdı Sâdece Allahü Teâlânın Rızâsına Kavuşmak Olunca, O Kolaylık İhsân Ederek Kendisine Ulaştıracak Yolları Nasılsa Buldurur. Fakat Hâlis Niyet Olmazsa O’nun Desteğinden Ve Yardımından Mahrum Kalınır.”

muhammed Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri Son Saatlerinde Yalnız Kalmayı Tercih Ediyor, Çok Az Konuşarak Kalbini Bir Noktaya Bağlamak İstiyordu. Yanına Girmek İsteyen Dostlarına Ve Ziyâretçilerine İzin Verirken; “buyursunlar, Fakat Beni Çok Konuşmaya Zorlamasınlar.” Buyuruyordu.

vefât Etmeden Önceki Son Günün Kuşluk Vaktinde Üstâd-ı A'zam Hazretleri Hangi Vakit Vefât Etmişti?” Diye Sordu. “kaba Kuşluk Sırasında.” Diye Cevap Verildi. Öğleden Sonra Kadın Erkek Ve Çocuk Bütün Âile Mensuplarını Yanına Çağırdı Ve En Büyük Halîfesi Molla Muhammed Emîn’e, Orada Bulunanlara Tövbe Ettirmesini Emretti. Kendisi De Yastığın Yanına Oturarak Şöyle Buyurdu: “onlar, Yâni Bu Yolun Büyükleri İki Gündür Bana Gerek Ev Halkımı, Gerek Buraya Başvuranları İrşâd Etmemi Ve Bu İşi Molla Muhammed Emîn’e Havâle Etmemi Telkin Ettiler.” Molla Muhammed Emîn’in Allah Yolunda Tükenmez Bir Hazîne Olduğunu Belirttikten Sonra Şöyle Konuştu: “önce İhlâsla Tövbe Ederek Allahü Teâlâya Yönelmeli, Arkasından Da Üstâd-ı A'zam Abdurrahmân Tâgî Hazretlerinin Türbesine Giderek Duâ Edip Eşiğine Yüz Sürmelisiniz. Tâ Ki Allahü Teâlâ Bu Sâyede Bana Şifâ Versin. Bu Yaptığınız Tövbe Sâdece İşlemiş Olduğunuz Günahlardan Tövbe Etmek Değildir. Bu Tövbe Aynı Zamanda Her Şeyden Sıyrılıp Sâdece Allah’a Sığınma, Yüce Nakşibendiyye Yolu İle Bağdaşmayan Her Türlü Hareketten Sıyrılma, Bundan Sonra Dünyânın Zînet Ve Hazlarına Dalmaktan Kaçınma, Dünyânın Alımlı Ve Göz Boyayıcı Menfaatleri İçin Yarışmaktan Sakınma Gâyesi Güdülmelidir.”

muhammed Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri Böylece Vefâtından Önce Yerine Geçecek Kimseyi Belirledi Ve Bütün Bağlıları İle Talebeleri Teslim Edeceği Bir Vekil Tâyin Etti. Vefât Zamânı Yaklaşmasına Ve Hastalığı İyice Fazlalaşmasına Rağmen Sünnetlere Eksiksiz Uymaya Gayret Etti. Rûhunu Teslim Edeceği Anlarda Bile Suyu Üç Yudumda İçti. İlk Yudumu Besmele İle Ve Son Yudumu Da Hamd Ederek Bitirdi. Yine Abdestin Hiçbir Sünnetini Terk Etmedi. Vefât Edeceği Gece Bir An Önce Sabah Vaktinin Girmesini İstiyor, Bu Yüzden Devamlı Saatin Kaç Olduğunu Soruyordu. Bir Kere Saatin Yedi Olduğu Söylenince; “yediden On İkiye Kadar Beş Saat Var, O Da Hayli Uzun.” Buyurdu. Hattâ Komada Bulunduğu Sırada Sabah Vaktinin Girip Girmediğini Sorarak Yanında Bulunanlara; “abdest Alıp, Namazlarınızı Kıldınız Mı?” Diye Sordu. Orada Bulunanlar “evet Kıldık.”deyince; “o Halde Ben De Abdest Alıp Kılayım Da Namazımı Kaçırmayayım.” Buyurdu. Yatağın Kenarına Geldi Ve Eksiksiz Bir Abdest Alıp Yine Eksiksiz Bir Şekilde Namaz Kıldı. Ev Halkından Biri Misvak Getirdi, Dişlerini Misvaklamak İstedi. Misvağı Kendisi Alarak Sünnete Uygun Bir Şekilde Misvakladı. Şuuru Son Ana Kadar Yerindeydi. Yanına Gelenleri Tanıyor, Onlara Yer Gösteriyor, Sorularına Cevap Veriyordu. Bu Sırada Şeyhinin Oğlu Muhammed Cüneyd Kapıdan Girince, Onu Tanıyarak; “yâ Şeyh Cüneyd, Şöyle Buyur!” Diye Seslendi. Bir Gece Önceki Gördüğü Rüyâsını Şöyle Anlattı:

“çok Sayıda Asker Gelip Üstâd-ı A'zam Hazretlerinin Türbesini Ziyâret Etti. Yer İle Gök Arasını Bembeyaz Kuşlar Doldurdu. Bu Beyaz Kuşlardan Büyük Biri Bana Gelerek; “hazır Ol, Saat On Bir Veya On İkiden Sonra Yâni Sabah Açtıktan Sonra Yola Çıkacaksın.” Dedi. Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri Bu Rüyâyı Anlattıktan Sonra Ev Halkı Yanından Dışarı Çıkarak, Bir İki Kişi Yanında Kaldı. Üzerinde Ölüm Alâmetleri Belirince, Yanında Bulunan Talebelerinden Biri; “anlaşılan Siz Bizleri Şaşkın Ve Yetim Bırakıyorsunuz. Sizden Sonra Bizim Sâhibimiz Ve Rehberimiz Yoktur.” Dedi. Bu Sözler Üzerine; “elhamdülillah Sen Varsın.” Diye Karşılık Verdi. O Talebesi; “benim Varlığım Sizin Sâyenizle İdi. Yoksa Ben Neyim, Ne Faydam Olabilir?” Diye Cevap Verdi. Bunun Üzerine; “allah Var, O Herkese Yeter.” Diye Karşılık Verdikten Sonra; “benim Allah’tan Başka Hiçbir Şey İle Alâkam Kalmadı.” Dedi. Talebesi Onun Yanında Her Gece Okuduğu Seyyidü’l-istiğfâr İle Bekara Sûresinin Sonunu Okumaya Başladı. Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri De Onun Arkasından Okudu. Yûnus Aleyhisselâmın Tesbihini Okudu. Arkasından Kendisine; “artık Şimdi, Lâ İlâhe İllallah, Demenin Vakti Değil Mi?” Denildi. Ziyâeddîn Nurşînî Hazretleri; “evet. Hâce-i Ahrâr Hazretlerinin Belirtti?ine Göre Bin Fennin Bilgisine Sâhib Olsan Bile, Bunlarin Hepsi Gider Ve Âhirette Sana Sâdece “lâ İlâhe İllallah Kalir” Diye Cevap Verdi. Sonra Kendi Hâline Net Bir Ses Tonu İle; “inne Fî Halkissemâvâti...” âyetinden Îtibâren Âl-i İmrân Sûresinin Sonunu Okudu. Okuması Bitince Yanında Bulunanlarla Bâzı Hususları Konuştuktan Sonra Sustu. Yanında Bulunanlar Da Bir Şey Söylemediler. Kendi Eli İle Bir Kere Dişlerini Misvakladı. Bir Ara İşâreti Üzerine Alnını Su İle Ovdular. Mübârek Nefesi Kesilinceye Kadar Hiçbir Söz Söylemedi. Mübârek Dili Üst Damağına Yapışık Durumda; “lâ İlâhe İllallah” Kelimesini Tekrar Ederek 1923 (h.1342) Senesi Receb Ayının 27. Cumâ Günü Sabah Namazından Sonra Bitlis’in Nurşin Köyünde Rûhunu Teslim Etti. Son Nefesini Vereceği Anda Yüzünde Ve Alnında Ayna Gibi Bir Parıltı Belirmişti. Bu Parıltıyı Orada Bulunan Herkes Görmüştü. Ayrıca Vefât Edeceği Günün Sabahı Yattığı Odadan Dünyâ Kokularına Benzemeyen Hoş Bir Koku Yayılmaya Başlamıştı. Yanına Giren Herkes Bu Kokuyu Hissediyordu. Bu Koku Gittikçe Kuvvetlendi Ve Vefâtı Sırasında Odanın Her Yanını Sardı Ve Dışarıdan Bile Hissedilir Oldu. Son Nefesini Verdiği Anda Ve Cenâzesi Yıkandığı Zaman Vücuduna Değen Her Elbise Veya Bez Parçasından Aynı Hoş Koku Dağılıyor Ve Üstelik Bu Koku Sindiği Yerden Birkaç Kere Yıkansa Bile Çıkmıyordu.

muhammed Ziyâeddîn Nurşînî Hazretlerinin Cenâzesini Molla Abdullah Ba'lekî İle Molla Abdülkerîm Tertûî Diğer Dostlarının Yardımı İle Yıkadılar. Sağlığında İşâret Ettiği Gibi Babası Abdurrahmân Tâgî Hazretlerinin Yanıbaşına Defnedildi.

ziyâeddîn Nurşînî Hazretlerinin Tek Oğlu Olan Molla Fethullah Kendisinden Önce Vefât Etmişti. Molla Fethullah’ın Büyük Oğlu Cemâleddîn İse Kendisinden On Üç Gün Sonra Vefât Etmiştir. Geriye Âişe Adında Bir Kızı İle Takıyyüddîn Ve Nâsırüddîn Adında İki Torunu Kaldı. Nâsırüddîn Daha Sonra Şeyh Abdülhakîm Hüseynî'den Hilâfet Aldı. Ziyâeddîn Nurşînî Hazretlerinin Her İki Torunundan Devâm Eden Evlatları Hizmete Devâm Etmektedirler.

muhammed Ziyâeddîn Nurşinî Hazretlerinin Sevdiklerine Ve Talebelerine Yazdi?i Mektûblarini, On Üç Halîfesinden Muhammed Alâüddîn-i Ûhînî Toplamiştir. mektûbât adi Verilen Bu Eserinde Yüz On Dört Mektup Vardır.

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

insanın Ömrü Kıymetlidir

ziyâeddîn Nurşînî, İnsanların Ve Kâinâtın Yaratılış Gâyesinden Bahsederek Buyurdu Ki: “ey Kardeşim! Bu Kâinâtın Yaratılmasındaki Hikmet, Allahü Teâlânın Mârifetine Kavuşmaya, O’na Yaklaşmaya Ve O’na İbâdet Etmeye Çalışmaktır. Nitekim Allahü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîmin Zâriyât Sûresi 56. Âyetinde Meâlen; “cinleri Ve İnsanlari Ancak Bana İbâdet Etmeleri İçin Yarattim.” buyurdu.

insanlar Bu Dünyâya Oyun, Oyuncak, Mal, Evlat, Soyu İle İftihâr Etmek İçin Gelmedi. Allahü Teâlânın Rızâsını Kazandıran Ve O’nun Rahmetini Celb Eden Şeylere Çalışmanız Gerekmektedir. İnsanın Ömrü Kıymetlidir. Onunla Alçak Ve Aşağı Olan Dünyâyı Değil, En Azîz Ve Matlûb Olan Âhireti İstemek Lâzımdır. Zîrâ Dünyâ, İnsanı Allahü Teâlâdan Uzaklaştıran Şeylerdir.”

 

utanmak

ziyâeddîn Nurşînî Bir Sohbeti Sırasında Şöyle Buyurdu: “eğer İnsan Bir Hıristiyan Çocuğundan Utandığı Kadar Allahü Teâlâdan Utansa, O Kimseden İlâhî Emirlere Zıt Bir Hareket Zuhûr Etmez. Meselâ Zinâ İşlemek Gibi Büyük Bir Günâhı İşlemek Üzere Olan Kimse, Bir Hıristiyan Çocuğunun Geldiğini Görse, Onun Kendilerini Göreceğini Anlasa, Hemen Bu Kötü İşten Kaçınır. Çocuğun Görmesinden Utanır. Halbuki Rabbülâlemînin Her An Kendisiyle Berâber Olduğunu Düşünmez. O Her An İnsanı Görmektedir. Vazîfeli Melekler De Onun Durumunu Bilmektedir.”

 

kaynaklar

1) İşâretler; S.200-219

2) Mektûbât; S.223

3) Sohbetler; S.17, 21, 64, 274

4) Eshâb-ı Kirâm; (14. Baskı) S.213

5) El-minah; S.216

Yorumlar
Kod: URJXR