Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi
Zünnûn-i Mısrî
  30 Mart 2018 Cuma , 23:39
Evliyalar, Alfabetik Evliyalar Listesi; Mısır evliyaları, Kâhire evliyaları, Zünnûn-i Mısrî

mısır’da Yetişen Büyük Velîlerden. İsmi Sevbân Bin İbrâhim, Künyesi Ebü’l-feyz, Lakabı Zünnûn, Nisbesi El-mısrî’dir. Güney Mısır’ın Sudan’a Yakın Sınır Bölgesinde Yaşayan Nûbe Kabîlesindendir. Bu Sebeple Babası En-nûbî Nisbesiyle Anılır. 772 (h.155) Târihinde Doğdu. 859 (h.245) Târihinde Mısır’da Vefât Etti. Eshâb-ı Kirâmdan Amr Bin Âs Hazretlerinin Yanına Defnedildi.

zünnûn-i Misrî Hazretlerinin Hocasi, Mâlikî Mezhebinin İmâmi, Mâlik Bin Enes Hazretleridir.muvattâ’yi Bizzat Kendisinden Okudu Ve Fikih İlmini Ondan Ö?rendi. Mânevî İlimleri Şeyh İsrâfil Hazretlerinden Öğrenip Kemâle Ulaştı. Fakat Hâlini Bilmeyen Pekçok Kimse, Ona Düşman Oldu Ve Vefâtına Kadar Değerini Anlayamadı.

mısır’da Tasavvuf İlmini İlk Defâ O Açıkladı. Yüksek Din İlimlerinin Sekizincisi Olan Tasavvuf, Ahlâk İlmi, Onun Açıklamasından Ve İzahlarından Sonra Mısır’da Yayıldı Ve Nice Kimselerin Dünyâ Ve Âhiret Saâdetine Kavuşmasına Sebeb Oldu.

zünnûn-i Mısrî Hazretleri, Cenâb-ı Hakk’ın Âşığıydı. O’nun Sevgisi İle Deli Divâne Olurdu. Darda Kalanların Dostu, Dehşet İçinde Olanların Tesellisi Ve Hasrette Kalanların Arzusuydu.

zünnûn-i Mısrî’nin Hak Yolu Bulması Şöyle Anlatılır: Bir Ağaç Altında Otururken, İki Gözü Kör Bir Kuşun Ağaçtan İndiğini, Yeri Eşerek Altın Bir Kutu Çıkardığını Gördü. Dikkat Edince Kutunun İçinde Susam Olduğunu Ve Kuşun Bunu Yediğini Gördü. Daha Sonra Başka Bir Yeri Gagası İle Eşti Ve Başka Bir Kutuda Bulunan Suyu İçti. Tekrar Gagası İle Gömdü. Ağaca Kondu. Topraktaki Kutu Yerleri Belirsiz Hâle Geldi. Bu Hâli Gören Zünnûn-i Mısrî Hazretleri, Allahü Teâlâya Tevekkül Etmenin Gerçeğini Anladı Ve Tevekkül Etmeye Karar Verdi. Biraz İleride, Bir Vîrânede Fakirlerle Karşılaştı. Geceyi Birlikte Geçirdiler. Ertesi Gün, Zünnûn-i Mısrî Hazretleri, Bir Küp Altın Buldu. Bu Küpün Ağzında Bulunan Tahta Kapakta, Allah İsmi Yazılıydı. Altınları Fakirlere Dağıttı, Kendisi De Tahtayı Alıp, O Gece De Orada Yattı. Uyandıkça, Yazıyı Öpüp Başına Koyup Gözüne Sürüyordu. Gece Rüyâsında Kendisine; “arkadaşların Altınları Aldılar. Sen Allahü Teâlânın İsmini Azîz Tuttun. Sen De Dünyâda Azîz Ol!” Dediler. Sonra Uyandı. O Anda, Gönlü Ve İçi Nûrla Doldu.

zünnûn-i Mısrî, Güzel Halleri Ve Kerâmetleriyle Meşhûr Oldu. Zünnûn Lakabının Verilmesine Sebeb Şu Hâdise Olmuştur: Bir Deniz Yolculuğu Sırasında, Bindiği Gemide Bir Tüccara Âit Mücevher Dolu Bir Kese Kaybolmuştu. Gemide Bulunanlar, Sen Aldın Diyerek Ona İftirâ Edip, Hakârete Ve İşkence Yapmaya Başladılar. Suçsuz Olduğundan, Duâ Ederek Kurtulmak İstedi. Allahü Teâlâya Duâ Edince, Hemen Suyun Yüzüne, Ağızlarında Birer Mücevher Bulunan Binlerce Balık Çıktı. O Balıkların Ağzındaki Mücevherden Bir Tâne Alıp Gemidekilere Verdi. Bu Durumu Gören Gemideki Esas Hırsız Keseyi Getirip Verdi. Bunun Üzerine Zünnûn-i Mısrî Hazretleri İşkencelerden Kurtuldu. Bu Sebeple İsmine, Balık Sâhibi, Balıkçı Mânâsında “zünnûn” Denilmiştir.

şeyhülislâm Abdullah-ı Ensârî Onun Hakkında; “zünnûn, Ne Kerâmetle Bilmek Mümkün Olan Ve Ne De Makamları Medhedilebilen Bir Zümredendir. O, Zamânının İmâmı Ve Mânevî İlimlerde Önderdi.” Buyurdu.

bir Gün Zünnûn-i Mısrî Hazretlerinin Yanına Birisi Geldi Ve; “borcum Var, Ödemek İçin Hiç Param Yok” Dedi. O Da Yerden Bir Taş Alarak O Zâta Verdi. Borçlu Onu Çarşıya Götürdüğünde, Cebindeki Taşın Zümrüt Olduğunu Gördü. Dört Yüz Altına Sattı Ve Borcunu Verdi. Kalan İle De Rahat Geçindi.

bir Genç, Allah Adamlarını, Velîleri İnkâr Ederdi. Zünnûn-i Mısrî Hazretleri Yüzüğünü Ona Verip; “bunu Çarşıya Götür, Bir Altına Sat.” Buyurdu. Götürdü, Çarşıdakiler Bir Gümüşten Fazla Vermediler. Genç Geri Gelip Durumu Anlattı. “mücevherâtçılara Götür, Bakalım Ne Verirler.” Buyurdu. Bin Altına O Yüzüğü Satın Almak İstediler. Genç Geri Dönüp Durumu Haber Verdi. O Zaman Gence; “senin Allahü Teâlânın Sevgili Kullarını Anlamadaki İlmin, Çarşıdakilerin Bu Yüzüğü Bilmeleri Ve Ona Değer Biçmeleri Gibidir.” Buyurdu. Genç Bu Söz Üzerine Tövbe Ederek Kalbinden O İnkârı Attı.

bir Gün İhtiyar Bir Kadın Çâresiz Olarak, Zünnûn-i Mısrî Hazretlerinin Yanına Geldi Ve; “biricik Oğlumu, Ciğerpâremi Nil’de Timsah Kaptı. Ne Olur Kurtar.” Diye Yalvardı. Zünnûn-i Mısrî Hazretleri, Nil Nehrine Gitti. Orada Ellerini Açıp; “yâ Rabbî! Şu Kadının Çocuğunu Kurtar.” Diye Yalvardı. Biraz Sonra, Su Üzerinde Bir Timsah Göründü. Kenara Yaklaşıp Çocuğu Sağ Sâlim Bırakıp Gitti. Bu Hâdise Kadının Çok Tuhafına Gitti Ve; “ey Zünnûn! Esâsen Size İnanmamıştım Ve Ciddiye De Almamıştım. Şimdi Yanıldığımı Ve Allahü Teâlânın Sevgili Kulunun Duâsını Nasıl Kabul Ettiğini Gözümle Gördüm.” Dedi Ve Zünnûn-i Mısrî Hazretlerinin Büyüklüğünü Kabûl Etti, Kendisinden Özür Diledi.

bir Zaman İftirâ Sebebiyle Zünnûn-i Mısrî Hazretlerini Hapsettiler. Günlerce Aç Kaldı. Bir Kadın İplik Parası İle Hazırladığı Yemekten Ona Gönderdi. Zünnûn-i Mısrî Hazretleri O Yemekten Yemedi. Kadın Bunu İşitince, Üzüldü. “helâl Para İle Yaptığımı Biliyorsun, Niçin Yemedin?” Dedi. “evet Yemek Helâldi. Fakat Zâlimin Tabağı İçinde Getirdiler.” Buyurdu. Yemeği Zindancıların Tabağında Getirmişlerdi.

zamânın Hükümdârı Bir Gün Zünnûn Hazretlerini, Hakkındaki İthamların Aslını Öğrenmek İçin Huzûruna Çağırttı. Hükümdârın Yanına Götürülürken Yolda Bir İhtiyarla Karşılaştı. İhtiyar, Zünnûn-i Mısrî Hazretlerine Bakarak; “şimdi Seni Hükümdârın Yanına Çıkartacaklar. Sakın Ondan Korkma, Onu Üstün Görme, Asıl Korkulacak Allahü Teâlâdır. Kendini Haklı Göstermeye Çalışma. Yapılan İthamlar Dışında İsen, Sana Haksızlık Yapılmışsa Allahü Teâlâya Sığın, Seni Kurtarır.” Dedi.

hükümdârın Karşısına Çıkarılınca, Hükümdar; “senin İçin Zındıktır, Doğru Yoldan Ayrıldı, Kâfirdir, Diyorlar. Bu İthamlara Karşı Ne Dersin?” Diye Sordu.

zünnûn-i Mısrî Hazretleri; “ne Söyleyeyim. Hayır, Değilim Desem, Bana Bu İsnâdı Yapmış Olan Müslümanları İtham Etmiş, Onların Yalancı Olduklarını Söylemiş Olurum. Evet, Öyledir Desem, Yalan Söylemiş Olurum. Bu Bakımdan Siz Reyinize Mürâcaat Ediniz Ve Hükmünüzü Buna Göre Veriniz. Ben Nefsimden Yana Olup, Onu Müdâfaa Edecek Değilim.” Dedi.

bunun Üzerine, Hükümdâr Biraz Düşünüp; “bu Kimse Yapılan İftirâlardan Uzaktır.” Diyerek Onu Serbest Bıraktı.

yûsuf Bin Hüseyin Şöyle Anlatır: “bir Gün Zünnûn-i Mısrî'nin Yanına Gittim. Bana; “bir Zaman Mısır’ın Bir Köyüne Gidiyordum. Yolda Uyudum. Bir Müddet Sonra Uyandığımda, Yer Yarıldı Ve İçinden İki Tabak Çıktı. Birisinde Semsem İsminde Bir Yemek, Diğerinde İse Gül Suyu Vardı. Bana; “ey Zünnûn Bunlardan Ye Ve Bundan İç!” Dediler. Ben Bir Müddet Tereddüd Ettim. Sonra Kalbime Onları Yememek İsteği Geldi. Onlar Âniden Kayboldu. Gâibden Bir Ses Geldi Ve Dedi Ki: “ey Zünnûn Bu Senin İçin Büyük Bir İmtihandı. Sen İmtihanını Çok İyi Verdin.” Diye Anlattı.

ebû Câfer Anlatır: “bir Gün Zünnûn-i Mısrî Hazretlerinin Yanındaydım. Eşyâların Evliyâya İtâatinden Bahsediyordu. “meselâ Şu Sandalyeye Odanın Dört Köşesini Dön Desem, Döner Ve Eski Yerine Gelir.” Buyurdu. Sonra Sandalyeye Odanın Dört Köşesini Dön Dedi. Sandalye Odanın Dört Köşesini Döndü Ve Eski Yerine Geldi. Orada Bulunan Bir Genç Ağlamaya Başladı Ve; “allah!” Diyerek Can Verdi. Bana Dönerek; “ey Ebû Câfer, Eğer Bize İtâat Eden Her Şeyi Size Gösterseydik, Siz De Bu Genç Gibi Olurdunuz.” Buyurdu.

bekr Bin Abdurrahmân Anlatır: “bir Gün Zünnûn-i Mısrî Hazretleri İle Birlikte Yolda Gidiyorduk. Bir Dere Kenarında Kuru Bir Ağacın Üstüne Oturdular. O Anda Canım Tâze Hurma Yemek İstedi. Fakat O Bölgede Hurma Ağaçları Yoktu Ve Hurma Mevsimi De Değildi. Zünnûn-i Mısrî Hazretlerinin Bana Dikkatli Bir Şekilde Baktığını Gördüm. “ey Bekir! Canın Çok Mu Tâze Hurma İstiyor?” Diye Sorunca, Ben De; “evet Efendim.” Dedim. O Zaman Kuru Ağaca; “haydi Sen Bizi Bir Hurma Ağacının Yanına Götür!” Deyince, Baktım O Kuru Ağaç, Allahü Teâlânın İzniyle Yürümeye Başladı. Bizi Epey Uzakta, Hurmaları Olmuş Bir Ağacın Yanına Götürdü. Zünnûn-i Mısrî Bana; “ey Bekir, Doyuncaya Kadar Tâze Hurma Ye!” Dedi. Ben Doyuncaya Kadar Hurma Yedim. Sonra Zünnûn-i Mısrî Kuru Ağaca; “bizi Yerimize Götür.” Buyurdu. O Ağaç Bizi Eski Yerimize Getirdi. Ben Nereye Gidip Geldiğimizi Bilmiyordum.

kendisi Şöyle Anlatır: “bir Gün Dağlarda Dolaşırken Bir Topluluk Gördüm. Hepsi Bir Yerinden Rahatsızdı. “siz Burada Ne Yapıyorsunuz?” Diye Sorduğumda Bana; “şurada Bir Âbid Var, Her Sene Bir Sefer Dışarı Çıkar, Bize Okuyunca Hepimiz Şifâ Buluruz” Dediler. Ben De Onlara Katılarak, Dışarı Çıksın Diye Bekledim. Bir Adam Çıktı. Yüzü Sarı, Vücûdu Zayıf Ve Gözleri Çukurlaşmıştı. Heybetinden Dağ Sallandı. Sonra Şefkatli Bir Gözle Onlara Baktı, Sonra Semâya Baktı, Onlara Doğru Üfleyince, Hepsi Şifâ Buldu. Yerine Gitmek İsterken, Eteğine Yapışıp; “allah İçin Onları Maddî Hastalıklardan Kurtardın. Benim De Mânevî Hastalığımı Tedâvi Et.” Dedim. “ey Zünnûn, Elini Eteğimden Çek! Allahü Teâlâ Seni Gördüğü Hâlde, O’nu Bırakıp Benim Eteğimi Tuttun. Allahü Teâlâ İkimizi De Helâk Eder.” Dedi.

zünnûn-i Mısrînin On Sene Canı Mahallî Bir Yemek İstedi. Yememesine Rağmen Bir Bayram Gecesi Nefsi Kendisine; “ne Olur, Bayram Günü Olsun Bana Bu Yemeği Versen.” Deyince, Zünnûn-ı Mısrî Hazretleri; “ey Nefs! Şâyet Bu Gece Bana Yardım Edip De, İki Rekat Namazda Kur’ân-ı Kerîmi Hatim Edersen, Sana Bu Yemeği Veririm.” Dedi. Ertesi Gün Bayram Namazından Sonra Nefsinin Arzu Ettiği Yemeği Getirdiler. Tabaktan Bir Lokma Almasına Rağmen Tekrar Geri Koydu Ve Namaza Durdu. “niçin Böyle Yaptın?” Deyince; “tam Yiyeceğim Sırada Nefsim Bana En Sonunda Maksadıma Ulaştım, Dedi. Ben De, Hayır Ulaşmadın, Diyerek Lokmayı Geri Koydum.” Cevâbını Verdi.

bir Gün Bir Çocuk, Zünnûn-i Mısrî Hazretlerinin Yanına Gelip; “bana Büyük Mikdârda Para Mîrâs Kaldı. Bunu Sizin Hizmetinizde Sarf Etmek İstiyorum.” Dedi. Zünnûn-i Mısrî; “bülûğ Ve Reşîd Çağın Geldi Mi?” Deyince, Çocuk; “hayır.” Dedi. Zünnûn-i Mısrî Hazretleri O Zaman; “senin Paranı Harcamak Uygun Olmaz, Rüşd Oluncaya Kadar Sabret.” Dedi. Çocuk Reşîd Olunca Hazret-i Zünnûn’un Hizmetinde Bulunmaya Başladı Ve Bütün Parasını Fakirlere Dağıttı. Bir Gün Önemli Bir İhtiyâcı Karşılamak İçin Borç Para Almak Îcâb Edince, Çocuk; "keşke Daha Fazla Param Olsaydı Da, Bu Yolda Harcasaydım.” Dedi. Zünnûn-i Mısrî Hazretleri Bu Sözleri Üzerine Çocuğun Daha Olgunlaşmadığını Anladı. Genci Yanına Çağırarak; “falan Attara Git, Falan Ottan Üç Dirhem Versin.” Dedi. Genç Gidip Söylenileni Alıp Getirdi. Zünnûn-i Mısrî Hazretleri; “bunları Havanda Ez, Yağda Hamur Hâline Getir, Ondan Üç Boncuk Yap Ve Hepsini İğne İle Delerek Bana Getir.” Dedi. Genç Söylenilenleri Yapıp Onun Yanına Gitti. Zünnûn-i Mısrî Hazretleri Üç Boncuğu Eline Aldı, Biraz Oğuşturdu Ve Duâ Etti. Herbiri Hiç Kimsenin Görmediği Birer Mücevher Oldu. Gence Dönerek; “bunları Al Pazara Götür, Değerini Öğren Gel.” Dedi. Genç Pazara Gitti, Bunların Herbirine Yüz Bin Dirhem Altın Verildiğini Öğrendi. Gelip Durumu Zünnûn-i Mısrî’ye Bildirince, Ona; “bunları Havana Koy, Ufala Ve Suya At Gitsin. Şunu Bil Ki Talebelerim Ekmek Bulamadıkları İçin Aç Değil, İstedikleri İçin Açtırlar.” Dedi. Bunun Üzerine Genç Tövbe Etti. Gönlünde Dünyânın Hiçbir Değeri Kalmadı.

kendisi Anlatır: “bir Gün Mekke’de Kâbe-i Şerîfi Tavaf Ederken, Kâbe İle Gök Arasında Bir Nûrun Sütun Gibi Durduğunu Gördüm. Sonra Kaybolan Bu Nûrun, Kimden Veya Kim İçin Yükseldiğini Merak Ettim. Tavâfımı Bitirdikten Sonra İki Rekat Namaz Kıldım. O Nûru Düşünürken, Acıklı Bir Ses Duydum. Sesin Kimden Geldiğini Merak Ettim Ve Bir Kadının Kâbe’nin Örtüsüne Tutunup Göz Yaşı Döktüğünü Gördüm. Ağzından Şu Kelimeler Dökülüyordu; “ey Dostlar Dostu, Sen Bilirsin! Ey Gönül Dostum Sen Bilirsin! Sana Olan Sevgimi O Kadar Gizledim Ki, Kalbim Ve Rûhum Daralmaya Başladı.” Kadının Muhabbet Ateşi İçinde Söylediği Bu Sözler İçimi Sızlattı. Sonra Kadın Kendinden Geçti. Biraz Sonra Kendine Gelince, Şöyle Niyazda Bulundu: “allahım! Ey Tek Sâhibim! Ey Koruyucum! Bana Olan Sevgin Hürmetine Beni Bağışla!” Buna Şaşırdım Ve Kendisine Yaklaşarak; “allah'ım! Sana Olan Muhabbetim Hürmetine, Deseydin Olmaz Mıydı?” Diye Sordum. Bana Dikkatle Baktı Ve; “yaklaş Ey Zünnûn! Bilmez Misin Allahü Teâlâ Kur’ân-ı Kerîmde Sevdiği Bir Milletten Söz Ederken; “allah Onları Sever, Onlar Da Allah'ı Sever.” Buyurmuştur. Bunun İçin Benim O’na Olan Sevgim Hürmetine Demedim. O’nun Bana Olan Sevgisi Hürmetine Dedim” Diye Cevap Verdi. Ben Ona; “doğru Söylediniz. Fakat Benim Zünnûn Olduğumu Nereden Bildiniz?” Dedim. “ey Zünnûn! Cebbâr Olan Allahü Teâlânın Mârifetiyle Tanıdım.” Deyince, Vilâyet Makâmına Ulaşmış Bir Hâtun Olduğunu Gördüm. Daha Sonra Bana; “ey Zünnûn! Dön Arkana Bak, Ne Var?” Deyince, Arkama Baktım, Hiçbir Şey Göremedim, Hemen Kadına Döndüm, Kadın Kaybolmuştu.”

şeyhülislâm Abdullah-i Ensârî Buyurdu Ki: “zünnûn-i Mısrî'nin Getirdiği İlk İlim Tövbedir Ki, Avâm Ve Havâs Kabûl Etti. İkincisi Tevekkül, Muâmele Ve Muhabbet İlmi İdi Ki, Bunu Havâs Kabûl Etti, Avâm Kabûl Etmedi. Üçüncü İlim De, Hakîkat İlmi İdi Ki, Halkın İlim Ve Akıl Seviyesine Göre Değildi. Şüphesiz Onu Anlayamadılar Ve Uzaklaştılar. Böylece Onu İnkâr Ettiler, Onunla Vefâtına Kadar Mücâdele Ettiler.”

zünnûn-i Mısrî Hazretleri Sevdiklerine Buyurdu Ki: “fesadın Altı Sebebi Vardır: 1) Âhiret İşindeki Niyetin Zayıflığı, 2) Bedenin Şeytana Esir Olması, 3) Ecelin Yakın Olmasına Rağmen Uzun Emelin Gâlip Gelmesi, 4) Kulun Rızâsını Allahü Teâlânın Rızâsından Önde Tutmak, 5) Hevâ Ve Hevese Uyup Sünneti Terk Etmek, 6) Önce Geçenlerin İyiliklerini Söylemeyip Kusurlarını Araştırmak.”

zünnûn-i Mısrî Hazretleri Az Yemek Yemeyi Tavsiye Ederdi. Bu Sebeple; “ben Hiçbir Zaman Mîdemi Doyurmadım. Çünkü Ne Zaman Mîdemi Dolduracak Olsam, Ya Günaha Düşerim Veya Günah İşleme Arzusuna Kapılırım.” Buyurdu.

üç Şeyin Üç Şeyle Birlikte Bulunmamasına Üzülür Ve Şöyle Derdi: “ilim Var Amel Yok. Amel Var İhlâs Yok, İhlâs Var Teslimiyet Yok.”

zünnûn-i Mısrî Hazretleri Anlatır: “benî İsrâilde Yedi Yüz Sene Allahü Teâlâya İbâdet Eden Bir Âbid Dâimâ: “yâ Rabbî! Senin Rızânı İsterim!” Diyordu. O Sırada Peygamber Olan Danyal Aleyhisselâma Vahy Geldi Ki; “o Âbide Söyle, Eğer Göktekilerin Ve Yerdekilerin İbâdetini Yapsa, Yeri Cehennem'dir!” Danyal Aleyhisselâm Bunu O Âbide Bildirdi. Bunu Duyunca Sevindi Ve; “ey Rabbimin Hükmü! Ne Hoşsun! O’nun Kazâsı Hoş Geldin!” Dedi. Sonra Da; “ey Allah'ın Peygamberi! Yedi Yüz Yıl Hakk'ın Rızâsını İstedim. O’nun Mülkünde Kendimi Sivrisinekten Aşağı Kabûl Ettim. Şimdi, Cehennem’in Odunu Olmaya Lâyık Olduğumu Ve O’nun Rızâsının Bunda Bulunduğunu, Yâni Cehennem'e Gideceğimi Anladım. Artık O’nun Rızâsı Olan Yeri İster Oldum” Dedi. Yine Vahy Geldi Ki: “ey Danyal! O Kuluma Söyle, O Benden Râzı Olunca, Ben De Ondan Râzıyım. Onu Cennet Ve Cemâlime Lâyık Eyledim.”

zünnûn-i Mısrî Hazretlerine; "kul Hangi Sebeple Cennet'e Girer?" Diye Soruldukta; “beş Şey İle: Eğrilik Bulunmayan Bir Doğruluk, Gevşeklik Bulunmayan Bir Gayret, Gizli Âşikâr Allahü Teâlâyı Anmak (murâkabe Etmek), Yol Hazırlığı Yapıp, Ölüme Hazırlanarak, Ölümü Beklemek, Hesâba Çekilmeden Önce Kendini Hesâba Çekmek” Buyurdu. "allah Korkusunun Alâmeti Nedir?” Denilince; “bu Korkunun, Diğer Bütün Korkulardan Kişiyi Emin Kılmasıdır” Cevâbını Verdi.

kulun İhlâs Sâhibi Kimselerden Olduğu Nasıl Belli Olur? Diye Sorduklarında; “kendisini Tam Mânâsıyla İbâdete Verip, İnsanların Nazarında Mertebe Ve Îtibârının Silinmesini Severek Kabûl Ettiği Zaman.” Cevâbını Verdi.

insan, Allahü Teâlânın Saf Kullarından Olduğunu, Ne Zaman Ve Nasıl Anlar? Diye Sordukları Zaman; “insan Bu Durumu Şu Dört Şeyle Bilir. Rahatı Terk Ederse, Az Olsa Bile, Olandan Verirse, Fakirleşmesi Kendisine Sevimli Gelirse, Övülmek Ve Kötülenmek Kendisine Aynı Gelirse” Cevâbını Verdi.

bozulan Kalbi Düzeltmek İçin Ne Yapmak Lâzımdır? Diye Sorduklarında; “beş Şey Yapmalıdır. Helâl Yemek, Kur’ân-ı Kerîm Okumak, Sâlihlerle Sohbet, Gece İbâdet Etmek, Seher Vaktinde Ağlamak” Cevâbını Verdi.

kalbini En Güzel Koruyan Kimdir? Diye Sorduklarında; “diline En Çok Hâkim Olan.” Cevâbını Verdi.

kur’ân-ı Kerîm Âlimlerinin Durumunu Sorduklarında; “onlar Bu Yolda Dizlerini Çürüttü. Ömürlerini Ve Bedenlerini Bu Yolda Harcadılar. Böylece Kur’ân-ı Kerîm İlmine Sâhib Oldular. Bu İlme Vâkıf Olabilmek İçin, Bu Kadarla Kalmadılar. Dudaklarında Kan Kalmadı. Göz Yaşları Sel Olup Aktı. Kur’ân-ı Kerîm İlmini Onlar Böyle Buldu. Hidâyete Eren Bunlar Oldu. Îmânlarını Emniyet Altına Bunlar Aldı.”cevâbını Verdi.

zünnûn-i Mısrî Hazretleri Buyurdu Ki:

“insanı Arzulardan Kurtaran Dost İkidir. Gözü Ve Kulağı Muhâfaza Etmektir.”

“kalbin Hasta Olmasının Alâmeti Dörttür: Birincisi; Tâattan (ibâdetten) Tad, Haz Almaz. İkincisi; Allahü Teâlâdan Korkmaz. Üçüncüsü; Eşyâya, Mahlûkâta İbret Gözüyle Bakmaz. Dördüncüsü; Dinlediği İlim Ve Nasîhatten İstifâde Etmez.”

“öyle Birisiyle Dostluk Kur Ki, Senin De?işmenle De?işmesin.”

“her Âzânın Tövbesi Vardır. Kalb Ve Gönlün Tövbesi, Şehveti Terk Etmektir. Gözün Tövbesi, Harama Bakmamaktır. Dilin Tövbesi, Fenâ Söz Söylemekten, Gıybet Etmekten Çekinmektir. Kulağın Tövbesi, Kötü Sözleri Dinlememektir. Ayağın Tövbesi, Haram Yerlere Gitmekten Kendini Korumaktır.”

“şu Üç Şey İhlâs Alâmetidir. Birincisi Medh Ve Kötülenmek Ona Tesir Etmez. İkincisi, Amelleri Unutur, Günahlarını Düşünür. Üçüncüsü, Hak Teâlâdan Gayrısını Gönlünden Çıkarır.”

“tövbe İki Kısımdır: İnâbe Tövbesi; Kulun Allahü Teâlâdan Korkup Tövbe Etmesi. İsticâbe Tövbesi; Kulun Allahü Teâlâdan Utanıp Tövbe Etmesidir.”

“yemekle Dolan Mîdede Hikmet Durmaz.”

“eline Geçen Bir Parça Ekmeğin Yanında, Ayrıca Katık Olarak Tuz Arayan Kimse, Velîler Katında Umduğunu Bulamaz.”

“ilim Tahsil Etti?i Hâlde, Bununla Amel Etmeyene Âlim Denilemez."

“eline İki Ekmek Geçip, Bunların Hangisi Helaldandır Diye Araştırmadan, Düşünmeden Yiyen Kimse, Hak Yoldan Felah Bulamaz.”

“murâkabenin Alâmeti, Allahü Teâlânın Tercih Ettiğini Tercih Etmek, O’nun Büyük Gördüğünü Büyük Görmek Ve Küçük Gördüğünü Küçük Görmektir.”

“sabır, Allahü Teâlânın Emirlerine Muhâlif Olan Davranışlardan Uzaklaşmak, O’ndan Gelen Musîbetlere Sükûnetle Karşılık Vermek Ve Fakirlik İhsân Ettiği Zaman, Zengin Görünmektir.”

“allahü Teâlâyı Sevmenin Alâmeti, Bütün Ahlâkta Ve Bütün İşlerde, O’nun Sevgili Peygamberi Olan Muhammed Aleyhisselâma Uymaktır.”

“doğruluk, Allahü Teâlânın Bir Kılıcıdır Ki, Üzerine Konulan Her Şeyi Keser.”

“doğru Kimse, Dili Hak Ve Gerçek Olanı Anlatan Kimsedir.”

“kanâat Eden Rahat Bulur, Üstün Olur.”

“insanların Ayıpları İle Meşgûl Olan, Kendi Ayıbını Görmez.”

“biz Öyle İnsanlara Kavuştuk Ki, Onların Herbirinin İlmi Arttıkça, Zühdü De Artıyordu. Dünyâya Karşı İhtiyaçsız Olup, Onu Sevmiyorlardı. Ama Siz, Bu Hâlin Tam Zıddına Sâhipsiniz. İlminiz Arttıkça, Dünyâya Karşı Sevginiz Artıyor. Ona Kavuşmak İçin, Birbirinizi İterek Geçiyorsunuz. Onlar Başkaydı. Dünyâ Malını İlim Elde Etmek İçin Harcarlardı, Onları Böyle Gördük. Ama Siz Şimdi Tam Tersine; Bir Bilginiz Varsa, Dünyâlık Sâhibi Olmak İçin, Ortalığa Saçıyorsunuz.”

“rûhun Sihhati Az Günah İşlemek, Bedenin Sihhati Az Yemektedir.”

“sevgi Seni Konuşturur, Korku Rahatsız Eder, Hayâ Susturur.”

“insanlar Allahü Teâlâdan Korktukları Müddetçe, Doğru Yolda Yürürler. Bu Korku Kalblerinden Gitti Mi, Yollarını Kaybederler.”

“bir Kula Bak, Vaktini Boşa Harcıyorsa, Boş Şeylerle Vakit Geçiriyorsa, Allahü Teâlâyı Anmıyorsa, Bilesin Ki, Allahü Teâlâ Onu Sevmiyor.”

zünnûn-ı Mısrî Hazretleri, Vefât Ettiğinde, Hava Çok Sıcaktı. Cenâzesini Götürürlerken Bir Bölük Kuş Da Cenâzenin Üstünde Kanatlarını Açarak Birlikte Uçuyor Ve Gölge Yapıyorlardı. Oradaki İnsanlar O Kuşların Kanatlarının Gölgesi Altında Kalıyorlardı. Fakat Hiç Kimse Öyle Kuşlar Görmemişti.

cenâzesi Defnedilinceye Kadar Kuşlar Gitmediler. Ertesi Gün Kabri Üzerinde Âdemoğlunun Yazısına Benzemiyen Bir Yazının Yazılı Olduğu Görüldü: “zünnûn, Allah'ın Sevgilisidir Ve Şevkı Dolayısıyla Da, Canını O’nun Yoluna Fedâ Etmiştir.” O Yazıyı Oradan Kazımalarına Rağmen, Tekrar Yazılırdı. Vefâtından Sonra Birçok Âlim Rüyâsında Peygamber Efendimizi Gördü. Peygamberimiz Yanındakilere; “hak Dostu Zünnûn Geliyor, Karşılamaya Gidelim.” Buyurdu.

 

kerâmet Ve Menkîbeleri

cân Ü Gönülden Tövbe

mısır’da Muhakked Bin İsmâil İsimli Biri, Çok Güzel Ve Dillere Destan Evlere Sâhipti. Bir Gün Yine Güzel Bir Ev Yaptırmış Ve Başka Bir Eksiklik Var Mı Diye Etrâfında Dolaşıyordu. O Sırada Zünnûn-i Mısrî Hazretleri Yanına Geldi Ve Ona; “ey Mağrur, Bu Kadar Emeği, Emânet Olan Bir Dünyâ Evine Verdin. Ebedî Evin Olan Allahü Teâlânın Evine (îmâna) Ne Emek Verdin?” Diye Sordu. Sonra; “bu Dünyâda Kendin İçin Nasıl Olsa Bir Ev Bulursun Ve İçinde Oturursun. Fakat Öbür Dünyâda Eğer Şu Dört Hudut Arasında Kendine Bir Ev Yapmazsan Hâlin Perişân Olur. Maazallah Cehennem’e Gidersin. O Dört Huduttan İlki; Dünyâdaki Fazla Malı, İhtiyaç Sâhiplerine Vermek, İkincisi; Allahü Teâlâdan Korkmak, Üçüncüsü; Allahü Teâlâyı Ve O’nun Sevdiklerini Sevmek, Dördüncüsü İse; Bütün Musîbetler Karşısında Sabretmektir. İşte Bu Dört Hudut İçindeki Evi Kendine Al, O Senin İçin Yeterlidir. O Hudutlar Arasında Yer Alan Ev, Cennet Evidir. Altında Bal Ve Sütten Sular Akan ırmaklarla, İçinde İstediğin Her Nîmet Ve Yiyecek Vardır.” Dedi. Bunun Üzerine O Şahıs; “ey Efendi, Ben Çok Günah İşledim, Onlara Ne Yapayım?” Dedi. Zünnûn-i Mısrî Hazretleri; “allahü Teâlâ Dilerse Bütün Günahları Affeder. Yeter Ki Sen Cân U Gönülden Tövbe Et.” Deyince, Adam Ağlamaya Başladı Ve Cân U Gönülden Tövbe Etti. Bütün Evlerini Satıp, Parasını Fakirlere Dağıttı. Zünnûn-i Mısrî’nin Talebesi Oldu. Bir Süre Sonra Bu Zât Vefât Etti. Kabre Koyduklarının Ertesi Gününde, Kabrin Üzerinde Bir Kâğıdın Durduğunu Gördüler. Üzerinde İse; “zünnûn-i Mısrî Hazretlerinin Söylediklerinin Hepsi Doğru Çıktı. Cân U Gönülden Tövbe Ettiğim İçin, Daha Önce İşlediğim Bütün Günahlarımı Allahü Teâlâ Affetti. Şimdi Altından ırmaklar Geçen Cennet Evindeyim.” Diye Yazıyordu.

 

emânet Fâre

yûsuf Adında Gezgin Bir Zât, Zünnûn-i Mısrî Hazretlerinin İsm-i Âzamı Bildiğini Öğrenince, Mısır’a Gitti. Huzûruna Varınca, Önceleri İltifat Görmedi. Sonra Huzûra Kabûl Edildi Ve Zünnûn-i Mısrî Hazretlerine Bir Sene Hizmet Etti. Bir Gün Ona; “ey Üstâd, Sana Bir Sene Hizmet Ettim, Artık Hakkımı Vermen Gerekir. Senin İsm-i Âzamı Bildiğini Söylediler. Onu, Benden İyi Emânet Edeceğin Bir Başka Kimse Olmayacağını Bilirsin.” Dedi. Sükût Etti. Ona Cevap Vermedi. Altı Ay Sonra Bir Tabağa Konmuş Ve Bir Mendile Sarılmış Bir Şey Çıkardı. Ona; “fustat’ta Bulunan Falan Dostumuzu Bilirsin Değil Mi?” Diye Sorunca; “evet.” Dedi. Zünnûn Hazretleri Ona; “işte Bunu Ona Götür.” Dedi. O Da Sarılı Tabağı Aldı, Giderken; “zünnûn-i Mısrî Gibi Bir Zât Hediye Gönderiyor. Acabâ Nedir, Ne Kadar Kıymetlidir?” Diye Düşündü. Merakını Yenemeyerek Tabağı Açtı. İçinden Bir Fare Fırladı Ve Kaçıp Kayboldu. Bu Duruma Kızarak, Zünnûn-i Mısrî'nin Yanına Geldi. Zünnûn-i Mısrî Ona; “biz Seni Denedik. Sana Bir Fâre Emânet Ettik, Ona Hıyânet Ettin. Hiç Sana İsm-i Âzamı Güvenip Teslim Edebilir Miyim?” Dedi.

 

muhabbet

zünnûn-i Mısrî Hazretleri Buyurdu Ki: “zavallı İnsan, Kendi Rabbini Bırakıp Nereye Gider. Ey Kardeşim Dikkat Et! İnsan Hangi Husûsiyeti İle Meleklerin Mescûdû (kendisine Doğru Secde Edileni) Olmuştur. Bu Üstünlüğü Yemesi Sebebinden Olsa, Buna Ondan Önce Deve Lâyıktır. Çünkü Bir Deve, Elli İnsanın Yediğini Yer. Şehvet Kuvveti Sebebiyle Olsa, Buna Eşek Daha Uygundur. Çünkü Ondaki Şehvet Kuvveti Yanında, İnsanınki Ne Kalır. Belki Serçenin Şehvet Kuvveti Bile İnsanınkinin Birçok Katıdır. Gadab Ve Kızgınlık Sebebi İle İse, Aslan Buna Daha Lâyıktır. Görmek Kuvveti Sebebi İle Olsa, Buna Akbaba Daha Uygundur. Akıl Kuvveti Sebebi İle İse, Buna Melekler Daha Uygundur. Çünkü İnsanın Aklı, Meleklerin Aklının Yanında Çok Az Kalır. Eğer İnsanları Doğru Yoldan Çıkarmak, Kandırmak, Aldatmak Sebebiyle İse, Şeytan Buna Daha Lâyıktır. Görülüyor Ki, İnsana Mahsus Olan Özellikler Ve Meleklerin Mescûdû Husûsiyeti, Ondaki Muhabbet Cevheri Ve Aşk Ateşidir. Bu, İnsanoğlundan Başka Hiçbir Canlıya Verilmemiştir.”

 

beyitler

altın Tutan Balıklar

evliyânın Büyüğü Olan Zünnûn-i Mısrî,

allahü Teâlânın, Aşkıyle Yanan Biri.

 

gemiyle Yolculuğa, Çıkmış İdi Bir Ara,

bir Yolcu, Cüzdanını, Kaptırdı Hırsızlara.

 

arayıp Bulamadı, O Cüzdanı Alanı,

parası Gittiğinden, Sıkıldı Hayli Canı.

 

gemide Bulunanlar, Zünnûn Hazretlerine,

dediler Ki: "sen Aldın, Çıkar Ver Sâhibine."

 

ne Kadar "ben Almadım." Dediyse De Onlara,

mârûz Kaldı Yine De, Çok Ağır İthâmlara.

 

başlayacaklardı Ki, İşkenceye, Dövmeye,

o Başladı Allah'a, Kalbden Duâ Etmeye:

 

"yâ Rabbî, Senden Gayri, Kapı Yok Yalvaracak,

suçum Olmadığını, Sen Biliyorsun Ancak.

 

hakâret Ediyorlar, Dövecekler Hem Dahi,

beni Bu Zâlimlerden, Sen Kurtar Yâ İlâhî!"

 

o, Kalbinden Gizlice, Böyle Duâ Edince,

bir Anda Suyun Yüzü, Balık Doldu Bir Nice.

 

birer Altın Vardı Ki, Ağzında Her Birinin,

sanki Yarışırlardı, Zünnûn'a Vermek İçin.

 

alıp Verdi Onlara, Birinden Tek Altını,

şaşkına Çevirmişti, Bu Hâl Gemi Halkını.

 

onlar Bunu Görünce, Geldiler Hep İnsâfa,

işkence Eylemekten, Vaz Geçtiler Bu Defâ.

 

anladılar Allah'ın Has Kulu Olduğunu,

dediler: "başka Biri, Almıştır Elbet Onu."

 

biri Çıkıp Dedi Ki: "ben Almıştım Vallahi,

bu Zâtın Hürmetine, Affedin Beni Dahi."

 

balıklar Böyle Yardım, Edince Bu Velîye,

ona Zünnûn Dediler, Balık Sâhibi Diye.

 

aşk-ı İlâhî İle, Yanıyordu Kalbi Hep,

rabbinden Gayrisinden, Etmezdi Bir Şey Talep

 

doğru Yolu Bulması, Anlatılır Şöylece:

bir Yerde Fakirlerle, Sabahladı Bir Gece.

 

ertesi Gün O Yerde, Buldu Bir Küp Altını,

ve Açtı Merak Edip, Üstünün Kapağını.

 

çevirip Baktığında, Neşe Doldu Yüzünde,

zîrâ Allah Yazısı, Var İdi İç Yüzünde.

 

gerçi Velî Değildi, O Zamanlar Kendisi,

lâkin Hak Teâlâya, Pekçok İdi Sevgisi.

 

dağıttı Altınları, Fakirlerin Hepsine,

yalnızca O Kapağı, Ayırdı Kendisine.

 

kârlı Buldu Kendini, O Kapağı Alarak,

ona Göre Altından Kıymetliydi O Kapak.

 

o Allah Yazısını, Öpüp Koydu Başına.

o Gece Nûrlu Bir Zât, Girerek Rüyâsına.

 

buyurdu Ki: "dün Gece, Buldun Bir Küp Altını,

kapağının İçinde, Gördün Allah Adını.

 

ve Çok Kıymet Vererek, Sen Rabbinin Adına,

yazı Olan Kapağı, Tercih Ettin Altına.

 

mâdem Allah İsmini, Tuttun Sen Böyle Azîz,

seni Dahi Yüceltsin, Azîz Etsin Rabbimiz."

 

uyanınca Gördü Ki, Pekçok İdi Sevinci,

zîrâ Baktı Tamâmen, Nûr Dolmuş Kalbi, İçi.

 

zâten Yaratılıştan, Müsâitti Bu Yola,

oldu Kısa Zamanda, O Da Büyük Evliyâ

 

kaynaklar

1) Hilyet-ül-evliyâ; C.9, S.333

2) Târih-i Bağdâd; C.14, S.316, C.8, S.393

3) Tezkiret-ül-evliyâ; S.23

4) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49. Baskı) S.1169

5) Kıyâmet Ve Âhiret; (5. Baskı) S.194

6) İslâm Ahlâkı; S.436

7) Rehber Ansiklopedisi; C.18, S.331

8) Tabakât-ül-kübrâ; C.1, S.70

9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; C.3, S.337

Yorumlar
Kod: FC4IB