M Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları
M Harfi ile Başlayan Deyimler ve Anlamları Maaşa geçmek: Aylığa geçmek, çalıştığı yerden ücret almaya başlamak. “Maaşa geçtiği günün ertesinde onu işten çıkardılar.” Madalyanın ters (öteki) yüzü: Olumlu bir olay, iş ya da durumun düşünülmesi, hesaba katılması gereken olumsuz yönü. Madik atmak: Hile, düzen ve oyunla aldatmak; dolap çevirmek. “Ona kolay kolay kimse madik atamaz.” Mahalleyi ayağa kaldırmak: Bağırıp çağırarak, gürültü kopararak konu komşuyu rahatsız etmek, telaşlandırmak. “Bağırıp durma öyle, mahalleyi ayağa kaldıracaksın.” Mahkemelik olmak: Kavga veya anlaşmazlık sonucu mahkemeye düşmek. “Bu gidişle mahkemelik olacağız galiba.” Mahşer gibi: Çok kalabalık. “Meydan mahşer gibiydi.” Mahşer midillisi: Kısa boylu, fitneci kimse. Makaraları koyvermek: Kendini tutamayıp kahkahayla gülmeye başlamak, uzun uzun gülmek. “Yüzükoyun çamura düşen arkadaşını görünce makaraları koy verdi.” Makas almak: Birinin yanağını orta parmakla gösterme parmağı arasında sıkmak. Mal bulmuş mağribi gibi: Büyük bir zenginliğe kavuşmuşcasına büyük sevinç ve coşku ile.
Mal etmek: 1. Bir malı hakkı olmadığı hâlde kendisininmiş gibi göstermek veya saymak. 2. Bir mala, bir değer karşılığında sahip olmak. “O tarlayı kendisine mal etmesine göz yummayacağım.” Malın gözü: 1. Aşağılık ve düzenci kimse. 2. İffetsiz. 3. İyi mal. Mana çıkarmak: Yanlış bir yargıya varmak, bir söz ya da hareketten kendine göre bir anlam çıkarmak. “Öyle alıngandı ki her sözümden bir mana çıkarıyordu.” Mana vermek: Kendine göre bir yargıya varmak, yorumlamak. “Senin bu davranışına bir mana veremiyorum.” Maneviyatı bozulmak: Moral gücü sarsılmak, kendine güveni yitirmek, kendini güçsüz ve dirençsiz hissetmek. “Düşmanlar, toplumumuzun önce maneviyatını bozdular.” Mantar gibi yerden bitmek: Birdenbire ya da kendiliğinden ortaya çıkmak. “Adamlar mantar gibi yerden bitmişlerdi, bir anda etrafımızı sarıverdiler.” Maraza çıkarmak: Anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak, kavgaya yol açmak. Mart içeri pire dışarı: Birbirinden hoşlanmayan iki kişiden biri gelince ötekinin dışarı çıkışını anlatmak için kullanılır. Martaval atmak: İnanılmayacak şeyler uydurmak, yalan söylemek. “Amma da martaval atıyordu adam.” Masal okumak: İnandırıcı olmayan, oyalayıcı ve avutucu sözler söylemek. “Bana masal okuma, olayın gerçek yüzünü anlat.”
Maskara olmak: Gülünç hallere düşmek, alay konusu olmak. “Kim düşmanının maskarası olmak ister?” Maskesi düşmek: Gerçek yüzü, kimliği, niteliği ortaya çıkmak. “Nihayet maskesi düştü, herkes onun ne mal olduğunu anlayacak.” Masrafa girmek: Çok para harcamak. “Evi yaptılar ama çok da masrafa girdiler.” Masrafı çekmek: Bir iş için gereken parayı ödemek, gideri karşılamak. “Yarınki gezide bütün masrafları Ahmet çekecekmiş.” Maşallahı var: Bir şey ya da kimsenin iyi durumda olduğunu anlatmak için kullanılır. “Adamın maşallahı var, hiçbir yoksulu geri çevirmedi.” Maşası olmak: Sakıncalı bir işte, biri tarafından araç olarak kullanılmak. “İşverense işveren, onun maşası olamam ben!” Mat etmek: 1. Satranç oyununda yenmek. 2. Bir tartışmada, karşı tarafı söz söyleyemeyecek duruma getirmek. “İleri sürdüğü kanıtlar ile karşısındakileri kısa zamanda mat etti.” Matrak geçmek: Alay etmek, karşısındakiyle eğlenmek, dalga geçmek. “İnsanlarla matrak geçmeye bayılıyorsun.” Maval okumak: Tutarlı, inandırıcı olmayan, yalan sözler söylemek. “Kes sesini, maval okumandan bıktım artık!” Mayası bozuk: Karaktersiz, kötü yaradılışlı, aşağılık (kişi). “Şu mayası bozuk adamın çenesini kapayın, sesini duymak istemiyorum.”
Maymun iştahlı: Kararsız, hevesi çabuk geçen; bugün şunu yarın ötekini beğenen. “Maymun iştahlılığı yüzünden başına olmadık işler geldi.” Mekik dokumak: İki yer arasında durmadan gidip gelmek. “Mağaza ile ev arasında tam elli beş yıl mekik dokumuştu rahmetli.” Mendil açmak: Dilenmek. Merak etmek: 1. Kaygılanmak. 2. Öğrenmek, anlamak isteği taşımak. “Merak etmeye başladım, bu saate kadar gelmeliydiler.” Merhabası olmak: Birisiyle selamlaşacak kadar tanışıklığı, yakınlığı bulunmak. Merhabayı kesmek: Biriyle ilgiyi kesmek, arkadaşlığa son vermek. “Onunla merhabayı keseli epey zaman olmuştu.” Mesele çıkarmak: Üzüntü verecek, içinden zor çıkılacak, bir anlaşmazlığa sebep olacak bir durum oluşturmak. “Haydi, bir mesele çıkarmadan çekip gidin buradan.” Mesken tutmak: Yerleşmek. “Yarim İstanbul’u mesken mi tuttun?” Meteliğe kurşun atmak: Parasız pulsuz kalmak, hiç parası olmamak. “Dün meteliğe kurşun atıyordu, ya bugün…” Metelik vermemek: Değer vermemek, umursamamak, aldırış etmemek. “Onun gibilere metelik vermem mi diyorsun?”
Mevki sahibi olmak: Yüksek bir görevde, bir işte önemli bir aşamada bulunmak. “Mevki sahibi olmak için yıllarca çalışıp durdu.” Meydan okumak: Kavga ya da yarışmaya çağırmak, korkmadığını ve çekinmediğini açıkça bildirmek. “Bir an meydan okumayı içinden geçirdi, sonra bundan vazgeçti.” Meydan vermemek: Olumsuz bir olay ya da durumun gerçekleşmesine imkan ve zaman vermemek, engel olmak. “Onların kavga etmesine sakın meydan vermeyin çocuklar.” Meydana çıkmak: 1. Görünmek. 2. Belli olmak. 3. Yetişmek, büyümek, olmak. “Korkak herif meydana çık da yüzünü görelim.” Meydana gelmek: 1. Olmak, oluşmak, vücut bulmak. 2. Ortaya çıkmak. “Olay akşam üzeri meydana geldi diyorlar.” Meydanı boş bulmak: Kendisine mani olacak kimse bulunmadığı için aşırı davranışlarda bulunmak, bir şeyden çekinmemek. “Meydanı boş bulan eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başlamışlardı.” Mezar kaçkını: Çok zayıf, bitkin, güçsüz düşmüş kişi. Mezhebi geniş: Namus konusunda gerekli olan titizliği göstermeyen, kadın-erkek ilişkilerinde dini kaidelere aldırış etmeyen, iffetsizliğe meydan veren, geniş davranan. Mırın kırın etmek: Bir isteği yerine getirmemek için çeşitli bahaneler ileri sürüp nazlanmak. “Mırın kırın etmeyi bırak da yak şu sobayı.” Mızıkçılık etmek: Bir oyunu ya da birlikte yapılan bir işi çeşitli bahaneler ileri sürerek bozmaya çalışmak, razı olmamak.
Mide bulandırmak: 1. Kusacak bir duruma getirmek. 2. Kuşkulandırmak. Midesi bulanmak: 1. Kusacak gibi olmak. 2. İğrenmek, tiksinmek. 3. Kuşkulanmak. “Yaptığınız iş, mide bulandırıcı bir işti!” Mideye oturmak: Yenilen bir şeyin sindirim zorluğu vermesi. Mihenk (taşı): Birinin değerini, ahlâkını anlamaya yarayan ölçüt. Mim koymak: 1. (Bir şey) unutulmaması için işaret koymak. 2. Önemli bularak üstünde durmak, dikkate almak, önemli şeyler arasında saymak. “Bu atasözüne bir mim koy, dedi öğretmenim.” Minnet etmek: Boyun eğmek, yalvarmak. “Ona buna minnet etmeden yaşamak istediğimi biliyorsun değil mi?” Moda olmak: Yaygın duruma gelmek, gözde olmak, beğenilir ve arzu edilir olduğu için yapılır olmak. “Saçları kısa kestirmek bu yıl moda oldu.” Modası geçmek: Yaygın olmaktan çıkmak, önemini yitirmek. “Bu elbisenin modası geçti artık.” Mola vermek: Bir süre ara vermek; uzun süren yolculuğun, çalışmanın, yürüyüşün yorucu etkisini atmak için bir süre dinlenmek. “Yarım saat sonra mola verecekler, onlara mola yerinde yetişebiliriz.” Muhallebi çocuğu: Nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş, dayanıksız, narin kimse. “Senin gibi muhallebi çocuklarıyla iş yapamam ben.”
Mukabelede bulunmak: Karşılık vermek. Mum (gibi) olmak: 1. Yaramazlığı, hırçınlığı, uyumsuzluğu bırakıp yola gelmek. 2. Razı olmak. “Askerde onun da mum gibi olacağına eminim.” Mumla aramak: Çok istek ve özlemle aramak. “O anneyi siz mumla arayacak ama bir daha bulamayacaksınız.” Muradına ermek: Dileği gerçekleşmek, çok istediği şeye kavuşmak. “İnşallah muradına erersin kızım.” Mümkün mertebe: Olabildiğince, yapabildiği kadar. “Zararınızı mümkün mertebe karşılama yoluna gideceğimizden emin olun lütfen.” Mürekkebi kurumadan: Bir şeyin yazılmasından çok kısa bir süre sonra. Mürekkebi kurumadan bozmak: Bir kararı, sözleşmeyi, anlaşmayı yazılmasından kısa bir süre sonra bozmak. Mürekkep yalamış: Az çok öğrenim görmüş, okuyup yazmış, belli bir kültüre sahip olmuş kimse. “Maval okumayı bırakın, biz de mürekkep yalamışlardan sayılırız.” Mürüvvetini görmek (anne, baba için): 1. Özellikle evladının evlendiğini, çoluk çocuk sahibi olduğunu görmek. 2. Çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak. “Acaba çocuklarımın mürüvvetini görecek miyim?”